İbn Sînâ sadece İslam felsefe tarihinin değil, küresel çaptaki felsefe tarihinin de en etkili filozoflarından biridir. Onun hem Antik-Helenistik felsefî birikimden hem de İslam düşüncesinin kendi iç dinamiklerinden yararlanarak inşa ettiği felsefî sistemin farklı entelektüel çevreler üzerindeki doğrudan veya dolaylı izlerini yüzyıllar boyunca takip etmek mümkündür. Varlık-mahiyet ve zorunlu-mümkün kavramları etrafında kurguladığı ontolojisi, “özü itibariyle zorunlu varlık” olarak Tanrı’nın varlığını ispatı ve Tanrı tasavvuru, modalite öğretisi, bilimsel gerçekçilik kuramı, insanın bilişsel süreçlerine dair açıklamaları bu takibin yapılabileceği başlıca konular olarak karşımıza çıkmaktadır.
Jon McGinnis’in bu kitabı, İbn Sînâ’nın çok yönlü felsefî mirasını kapsamlı, özlü ve derinlikli bir şekilde okuyuculara sunuyor. McGinnis, İbn Sînâ’yı “zihinsel bir müze”ye yerleştirilmiş, uzaktan takdir edilen, ama şu an için bir değer taşımayan tarihî bir yapıt olarak görmek yerine, onu yaşayan bir muhatap olarak kabul etmeye, felsefenin kadim meselelerini onun rehberliğinde düşünmeye davet ediyor.
İbn Sînâ sadece İslam felsefe tarihinin değil, küresel çaptaki felsefe tarihinin de en etkili filozoflarından biridir. Onun hem Antik-Helenistik felsefî birikimden hem de İslam düşüncesinin kendi iç dinamiklerinden yararlanarak inşa ettiği felsefî sistemin farklı entelektüel çevreler üzerindeki doğrudan veya dolaylı izlerini yüzyıllar boyunca takip etmek mümkündür. Varlık-mahiyet ve zorunlu-mümkün kavramları etrafında kurguladığı ontolojisi, “özü itibariyle zorunlu varlık” olarak Tanrı’nın varlığını ispatı ve Tanrı tasavvuru, modalite öğretisi, bilimsel gerçekçilik kuramı, insanın bilişsel süreçlerine dair açıklamaları bu takibin yapılabileceği başlıca konular olarak karşımıza çıkmaktadır.
Jon McGinnis’in bu kitabı, İbn Sînâ’nın çok yönlü felsefî mirasını kapsamlı, özlü ve derinlikli bir şekilde okuyuculara sunuyor. McGinnis, İbn Sînâ’yı “zihinsel bir müze”ye yerleştirilmiş, uzaktan takdir edilen, ama şu an için bir değer taşımayan tarihî bir yapıt olarak görmek yerine, onu yaşayan bir muhatap olarak kabul etmeye, felsefenin kadim meselelerini onun rehberliğinde düşünmeye davet ediyor.