Toplu eylemler, tipik bir iş mücadelesi aracı olan grev yanında işi yavaşlatma, kurallı çalışma, oturma eylemi, toplu viziteye çıkma, boykot, flashmob, mail-bombing gibi atipik yahut yadsınan eylem türlerini de kapsamaktadır. Türk iş mücadelesi hukukunda, Alman hukuku'ndan farklı bir biçimde, toplu görüşmelerin sonuçsuz kalması ile iş mücadelesi aşamasına geçildiğinde bir baskı aracı olarak yasal grevin prosedürü detaylı bir biçimde düzenlenmiştir. Bununla birlikte kanuni grev dışında kalan iş bırakma eylemlerine ve atipik (yadsınan) eylem türlerine işçi toplulukları yahut sendikalar tarafından sosyal ve ekonomik hakların korunması ve geliştirilmesi amacıyla başvurulduğu, yargı organlarının da meseleyi uluslararası belgeler ve denetim organları kararlarını göz önünde tutarak toplu eylem hakkı kapsamında ele aldığı ve denetim ölçütleri geliştirdiği görülmektedir. Yargıtay'ın bu yaklaşımı taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler çerçevesinde olumlu bir adımdır ve çerçevesi 6356 sayılı Kanun md.60 vd hükümleri ile çizilen iş mücadelesinin yürütümü bakımından, Alman hukukunda olduğu gibi yasal grev dışında yeni taktikler yahut atipik mücadele araçlarının toplu eylem hakkı kapsamında mütalaa edilerek meşruluk kazanmasına zemin hazırlayabilecektir. Yasal düzenlemeler baskı yaratma amaçlı iş bırakma eylemlerinin çerçevesini çizmekte olup, bunun dışında kalan atipik yahut yadsınan eylem türlerine ilişkin herhangi bir kısıtlayıcı hüküm içermediği gibi 07.05.2010 tarihli Anayasa değişiklikleri kapsamında, Anayasa'nın 54/7 maddesinde yer alan "Siyasi amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verimi düşürme ve diğer direnişler yapılamaz." hükmü kaldırılmış ve anılan bu yasaklar 6356 sayılı Kanuna alınmamıştır. Zaten ayrıntılı ve dar bir çerçeve ile toplu sözleşmenin içeriğine ilişkin isteklerini kabul ettirmeyi amaçlayan baskı eylemi olarak grevi aşırı ölçüde sınırlayan düzenlemeleri farklı eylem türlerini de kapsayacak biçimde genişletmek ve bu eylemlerin yasaklandığı biçiminde yorumlamak yerinde bir yaklaşım olmayacaktır. Diğer deyimle sadece yasanın açıkça izin verdiği eylemleri hukuka uygun kabul etmek yerine açıkça yasaklamadığı davranışları hukuka uygun görmek isabetli olacaktır. İş mücadelesi aracını seçme serbestisi ilkesi, sendika özgürlüğünün güvence altına alınması ve toplu sözleşme özerkliğinin işlerlik kazanması bakımından da önemli bir yere sahip olup toplu sözleşmeye erişmek maksadı ile sendikanın mücadele aracını seçme konusunda serbest olması ve işvereni baskı altına alarak toplu sözleşmeye ilişkin isteklerini kabul ettirmek için farklı taktikler geliştirebilmesini ifade etmektedir. Değişen sosyal ve ekonomik koşullar ile bilgi ve iletişim teknolojilerinde ortaya çıkan gelişim, iş mücadelesi araçlarını da etkisi altına almaktadır ve bu koşullarla birlikte mücadele araçlarının da değişim göstereceği gerçeği karşısında, toplu sözleşme özerkliği ile sendika özgürlüğünün gerçekleşebilmesi bakımından bu ilkenin kabulü kaçınılmaz niteliktedir.
Toplu eylemler, tipik bir iş mücadelesi aracı olan grev yanında işi yavaşlatma, kurallı çalışma, oturma eylemi, toplu viziteye çıkma, boykot, flashmob, mail-bombing gibi atipik yahut yadsınan eylem türlerini de kapsamaktadır. Türk iş mücadelesi hukukunda, Alman hukuku'ndan farklı bir biçimde, toplu görüşmelerin sonuçsuz kalması ile iş mücadelesi aşamasına geçildiğinde bir baskı aracı olarak yasal grevin prosedürü detaylı bir biçimde düzenlenmiştir. Bununla birlikte kanuni grev dışında kalan iş bırakma eylemlerine ve atipik (yadsınan) eylem türlerine işçi toplulukları yahut sendikalar tarafından sosyal ve ekonomik hakların korunması ve geliştirilmesi amacıyla başvurulduğu, yargı organlarının da meseleyi uluslararası belgeler ve denetim organları kararlarını göz önünde tutarak toplu eylem hakkı kapsamında ele aldığı ve denetim ölçütleri geliştirdiği görülmektedir. Yargıtay'ın bu yaklaşımı taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler çerçevesinde olumlu bir adımdır ve çerçevesi 6356 sayılı Kanun md.60 vd hükümleri ile çizilen iş mücadelesinin yürütümü bakımından, Alman hukukunda olduğu gibi yasal grev dışında yeni taktikler yahut atipik mücadele araçlarının toplu eylem hakkı kapsamında mütalaa edilerek meşruluk kazanmasına zemin hazırlayabilecektir. Yasal düzenlemeler baskı yaratma amaçlı iş bırakma eylemlerinin çerçevesini çizmekte olup, bunun dışında kalan atipik yahut yadsınan eylem türlerine ilişkin herhangi bir kısıtlayıcı hüküm içermediği gibi 07.05.2010 tarihli Anayasa değişiklikleri kapsamında, Anayasa'nın 54/7 maddesinde yer alan "Siyasi amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verimi düşürme ve diğer direnişler yapılamaz." hükmü kaldırılmış ve anılan bu yasaklar 6356 sayılı Kanuna alınmamıştır. Zaten ayrıntılı ve dar bir çerçeve ile toplu sözleşmenin içeriğine ilişkin isteklerini kabul ettirmeyi amaçlayan baskı eylemi olarak grevi aşırı ölçüde sınırlayan düzenlemeleri farklı eylem türlerini de kapsayacak biçimde genişletmek ve bu eylemlerin yasaklandığı biçiminde yorumlamak yerinde bir yaklaşım olmayacaktır. Diğer deyimle sadece yasanın açıkça izin verdiği eylemleri hukuka uygun kabul etmek yerine açıkça yasaklamadığı davranışları hukuka uygun görmek isabetli olacaktır. İş mücadelesi aracını seçme serbestisi ilkesi, sendika özgürlüğünün güvence altına alınması ve toplu sözleşme özerkliğinin işlerlik kazanması bakımından da önemli bir yere sahip olup toplu sözleşmeye erişmek maksadı ile sendikanın mücadele aracını seçme konusunda serbest olması ve işvereni baskı altına alarak toplu sözleşmeye ilişkin isteklerini kabul ettirmek için farklı taktikler geliştirebilmesini ifade etmektedir. Değişen sosyal ve ekonomik koşullar ile bilgi ve iletişim teknolojilerinde ortaya çıkan gelişim, iş mücadelesi araçlarını da etkisi altına almaktadır ve bu koşullarla birlikte mücadele araçlarının da değişim göstereceği gerçeği karşısında, toplu sözleşme özerkliği ile sendika özgürlüğünün gerçekleşebilmesi bakımından bu ilkenin kabulü kaçınılmaz niteliktedir.