İslam Dışı Fırkalar, mütekaddimûn döneminde kuruluş ve gelişimini tamamlayan ve müteahhirûn döneminin başlarında neredeyse tamamıyla inkıraza uğrayan Mutezile geleneğinin, en hacimli klasiği olan Muğnî külliyatının önemli bir parçasıdır. Mutezile’nin doğuşundan beşinci yüzyılın başına kadar gelen süreçte tartışılan tüm konuları ihtiva eden Muğnî, aslında sadece Mutezile için değil, bütün bir nazarî düşünce için klasik sayılmaktadır. Zira ilk dört yüzyılda kelam alanında telif edilmiş bu hacimde bir eser günümüze ulaşmamıştır.
Muğnî Külliyatı’nın bu cildi temelde iki konuyu içermektedir: İslâm dışı inanç ekolleri ve Allah’ın isim ve sıfatları. İlk bölümde Mâneviyye, Mazdekiyye gibi eski İran dinleri ve bu dinlere mensup kimselerin görüşleri incelenmekte; Mecûsîlik, Hıristiyanlık ve mezhepleri, Cahiliye dönemi inançları ise ayrı birer başlık altında ele alınmakta. Vahyin insanların uzlaştığı dil üzerine nazil olduğunu belirten Kâdî Abdülcebbâr, son bölümde, Allah’a isim ve sıfat verilirken hangi yöntemleri esas almak gerektiğine değinerek şerî bir izin olmadan Allah’a sıfat verilip verilmeyeceğini tartışmıştır.
Kâdi Abdülcebbâr’ın bu kıymetli eserinin Türkçeye kazandırılması, genelde erken döneme ait kelam tarihi çalışmalarını, özelde Mutezile çalışmalarını derinden etkileyecek ve Türkiye’de kelam ve felsefe çalışmalarının seyrini değiştirecektir.
İslam Dışı Fırkalar, mütekaddimûn döneminde kuruluş ve gelişimini tamamlayan ve müteahhirûn döneminin başlarında neredeyse tamamıyla inkıraza uğrayan Mutezile geleneğinin, en hacimli klasiği olan Muğnî külliyatının önemli bir parçasıdır. Mutezile’nin doğuşundan beşinci yüzyılın başına kadar gelen süreçte tartışılan tüm konuları ihtiva eden Muğnî, aslında sadece Mutezile için değil, bütün bir nazarî düşünce için klasik sayılmaktadır. Zira ilk dört yüzyılda kelam alanında telif edilmiş bu hacimde bir eser günümüze ulaşmamıştır.
Muğnî Külliyatı’nın bu cildi temelde iki konuyu içermektedir: İslâm dışı inanç ekolleri ve Allah’ın isim ve sıfatları. İlk bölümde Mâneviyye, Mazdekiyye gibi eski İran dinleri ve bu dinlere mensup kimselerin görüşleri incelenmekte; Mecûsîlik, Hıristiyanlık ve mezhepleri, Cahiliye dönemi inançları ise ayrı birer başlık altında ele alınmakta. Vahyin insanların uzlaştığı dil üzerine nazil olduğunu belirten Kâdî Abdülcebbâr, son bölümde, Allah’a isim ve sıfat verilirken hangi yöntemleri esas almak gerektiğine değinerek şerî bir izin olmadan Allah’a sıfat verilip verilmeyeceğini tartışmıştır.
Kâdi Abdülcebbâr’ın bu kıymetli eserinin Türkçeye kazandırılması, genelde erken döneme ait kelam tarihi çalışmalarını, özelde Mutezile çalışmalarını derinden etkileyecek ve Türkiye’de kelam ve felsefe çalışmalarının seyrini değiştirecektir.