Friedrich Wilhelm Nietzsche’nin (1844-1900) 1886 tarihli, geleceğin felsefesine giriş eseri Nietzsche’nin geleneksel din, felsefe anlayışlarının ve filozofların kökten eleştirisinin yanı sıra yaşamı süresince felsefesinin temel sorunlarını oluşturan pek çok konuya kendine has çarpıcı bir dille değinen dışavurumudur.
Bizi hâlen nice tehlikeyle yüz yüze bırakan baştan çıkarıcı hakikat arzusu, filozofların şimdiye dek saygıyla dillendirdiği şu meşhur hakikat: Nice sorun sardı şimdiden başımıza!
Felsefecileri uzunca süredir yakın takibim ve satır aralarına dek okumalarım sonrasında, kendi kendime diyorum ki: Ussal düşüncenin büyük bir bölümü halen içgüdüsel etkinliklere bağlanıyor olmalı, felsefi düşünce dâhil. Ve de kalıtsal olanla “doğuştan olan”ın yeni bir incelemeye tabi tutuluşu gibi tıpkı, bu noktada da yeni bir incelemedir ihtiyacımız olan.
Avrupalıları farklı kılmak için kullanılan terime ister “uygarlık” ister “insanileştirme” ya da “ilerleme” (isterseniz, övgüsüz-yergisiz basit bir deyişle Avrupa’nın demokratik hareketi) deyin. Böylesi formülasyonların işaret ettiği tüm bu görünüşlerin arkasında muazzam bir fizyolojik süreç var, gittikçe etkinlik kazanan...
İçgüdülerdeki tehlikeli kargaşanın ve de yaşam denilen temel duygunun sallanışının ifadesi olarak yozlaşma: Farklılaşır kendisinde ortaya çıktığı yaşam formuna göre.
Upuzun, cüretkâr bir uyduruktur ahlak, ruha hoşnutlukla bakabilmeyi olanaklı kılan. Bu bakış açısından ele alındığında daha kapsamlıdır “sanat” kavramı, genellikle insanların alışık olduğundan.
Fiziğin de dünyanın da mutlak bir açıklaması olmayıp yalnızca dünya üzerine ileri sürülen bir yorum, bir dizge olduğu (deyim yerindeyse bize göre) kafasına dank etmeye başlayan beş ya da altı beyin mevcut henüz…
Friedrich Wilhelm Nietzsche’nin (1844-1900) 1886 tarihli, geleceğin felsefesine giriş eseri Nietzsche’nin geleneksel din, felsefe anlayışlarının ve filozofların kökten eleştirisinin yanı sıra yaşamı süresince felsefesinin temel sorunlarını oluşturan pek çok konuya kendine has çarpıcı bir dille değinen dışavurumudur.
Bizi hâlen nice tehlikeyle yüz yüze bırakan baştan çıkarıcı hakikat arzusu, filozofların şimdiye dek saygıyla dillendirdiği şu meşhur hakikat: Nice sorun sardı şimdiden başımıza!
Felsefecileri uzunca süredir yakın takibim ve satır aralarına dek okumalarım sonrasında, kendi kendime diyorum ki: Ussal düşüncenin büyük bir bölümü halen içgüdüsel etkinliklere bağlanıyor olmalı, felsefi düşünce dâhil. Ve de kalıtsal olanla “doğuştan olan”ın yeni bir incelemeye tabi tutuluşu gibi tıpkı, bu noktada da yeni bir incelemedir ihtiyacımız olan.
Avrupalıları farklı kılmak için kullanılan terime ister “uygarlık” ister “insanileştirme” ya da “ilerleme” (isterseniz, övgüsüz-yergisiz basit bir deyişle Avrupa’nın demokratik hareketi) deyin. Böylesi formülasyonların işaret ettiği tüm bu görünüşlerin arkasında muazzam bir fizyolojik süreç var, gittikçe etkinlik kazanan...
İçgüdülerdeki tehlikeli kargaşanın ve de yaşam denilen temel duygunun sallanışının ifadesi olarak yozlaşma: Farklılaşır kendisinde ortaya çıktığı yaşam formuna göre.
Upuzun, cüretkâr bir uyduruktur ahlak, ruha hoşnutlukla bakabilmeyi olanaklı kılan. Bu bakış açısından ele alındığında daha kapsamlıdır “sanat” kavramı, genellikle insanların alışık olduğundan.
Fiziğin de dünyanın da mutlak bir açıklaması olmayıp yalnızca dünya üzerine ileri sürülen bir yorum, bir dizge olduğu (deyim yerindeyse bize göre) kafasına dank etmeye başlayan beş ya da altı beyin mevcut henüz…