Joburg, Benim, okuru bilincin ve zamanın labirentlerinde gezintiye çıkaran modernist tarzın en çarpıcı öykülerini bir araya getiriyor…
Ahmet Sait Akçay, her kitabında farklı bir öykü anlayışıyla yazmayı ‘göze alabilmiş’ bir yazar. Tamamı Afrika’da geçen öyküleriyle, şahsi coğrafyasının sınırlarını genişletirken, dilin imkânlarını da zorluyor. Yazılarında postmodernizmi olumlayan Akçay’ın içindeki ‘gizli’ modernist; Joburg, Benim’i zenginleştiren, beklenmedik bir unsur.
Afrika’yı, Batı’nın klişe bakış açısıyla okumayı reddeden Akçay’ın öykülerinde karakterler kadar mekân seçimleri de, okuru Türk edebiyatında fazla girilmemiş alanlara sürükleyecek.
“Yağmur yağarken terlediğim tek şehirdi Joburg, abartısızca söylemek gerekirse. Yaz aylarının coşkusunu her demleyişimde içimde biriken, gittikçe çoğalan katı nesneler kadar iri, hazımsız pek çok yaşantıdan artakalan ne varsa, birer kusmuk gibi zihnimi zehirler dururdu, sonra bir Pazar akşamı Sandton Meydanı’na doğru yollanırken yolumu kesen birkaç kişiden kurtulmak değil de, zihnimde beni günlerdir tutsak alan Ngoyi’nin çığlığıydı belki arınmak istediğim…”
Joburg, Benim, okuru bilincin ve zamanın labirentlerinde gezintiye çıkaran modernist tarzın en çarpıcı öykülerini bir araya getiriyor…
Ahmet Sait Akçay, her kitabında farklı bir öykü anlayışıyla yazmayı ‘göze alabilmiş’ bir yazar. Tamamı Afrika’da geçen öyküleriyle, şahsi coğrafyasının sınırlarını genişletirken, dilin imkânlarını da zorluyor. Yazılarında postmodernizmi olumlayan Akçay’ın içindeki ‘gizli’ modernist; Joburg, Benim’i zenginleştiren, beklenmedik bir unsur.
Afrika’yı, Batı’nın klişe bakış açısıyla okumayı reddeden Akçay’ın öykülerinde karakterler kadar mekân seçimleri de, okuru Türk edebiyatında fazla girilmemiş alanlara sürükleyecek.
“Yağmur yağarken terlediğim tek şehirdi Joburg, abartısızca söylemek gerekirse. Yaz aylarının coşkusunu her demleyişimde içimde biriken, gittikçe çoğalan katı nesneler kadar iri, hazımsız pek çok yaşantıdan artakalan ne varsa, birer kusmuk gibi zihnimi zehirler dururdu, sonra bir Pazar akşamı Sandton Meydanı’na doğru yollanırken yolumu kesen birkaç kişiden kurtulmak değil de, zihnimde beni günlerdir tutsak alan Ngoyi’nin çığlığıydı belki arınmak istediğim…”