Bu kitap 2019 yılında yayınlanan ‘ÜÇ ADA’ romanının devamıdır...
Ekim, 1992...
On dört yaşına kadar yaşadıkları Bozcaada’ya New York’tan yelken açmışlardı.
Poyraz ve bahriyeden sınıf arkadaşı; lakabıyla ‘Samsa Sedat.’
Bahriye Mektebi’nden sonra yollarını ayırmıştı kader. Poyraz’ın yolu New York’a uzanırken... Sedat’ın yolu bahriyede devam etmişti. Kırk iki yaşına girmişlerdi, ihtiyaçları vardı bu yolculuğa. Geçmişe dönmek istemişlerdi. O kadar çok şey vardı ki birbirlerine anlatacakları...
Gecenin bir saati...
Uzaklardan çakan şimşekler, gök gürlemeleri, gittikçe hızını artıran rüzgârın uğultusu... Samsa tedirgin olmuştu: “Fırtına bulutları bu, birazdan patlayacak hava Poyraz.”
“Okyanus fırtınasız geçilmez, anlatacak bir şeyimiz olsun” dedi Poyraz heyecanla. Canları girmek istemişti fırtınaya. Sonuçta; denizdeki her fırtınanın bir süre sonra sakinliği vardır diye düşünmüş olmalıydılar. Ya yaşamın bedendeki fırtınaları... Geçmiyordu yıllar geçse de acıları. Kızgındı ikisi de kadere. Yaşamak istemişlerdi heyecanı, mücadeleyi o an; kadere isyan edercesine. Dev dalgaların içine dalmıştı Forever adlı tekne...
Aynı saatlerde Madeira Adası’nda Poyraz’ı bekleyen bir kadın.
Evlenme teklif etmişti adam, kadına; New York Limanı’ndan ayrılırken... Bozcaada’da köy düğünleri olacaktı.
JULIA...
Çığlık atarak uyanmıştı gecenin bir saatinde. “Poyraz” diye mırıldandı; rüzgârın şiddetiyle birlikte yağmur delicesine pencere camlarına vururken. Sanki bir şeyler anlatmaya çalışıyordu, otel odasında korkuyla camdan dışarı bakan Julia’ya...
Bir kadının tutkusu ve mücadelesini anlatan içi sebeplerle dolu bir yolun hikâyesi...
Dursun Turan’ın kaleminden...
Dünya’ya gelişimiz... Bir sebebi olmalıydı...
Neden, niçin, neye hizmet etmek için var olmuştuk?
Ya dönüş zamanı geldiğinde? Yine bir sebebi olmalıydı ayrılışın. Kader dediler gidenin arkasından, ömrü bu kadardı dediler. Neden öyleydi ki? Bilmiyorduk. Yine başa; geldiğimiz yere dönüyorduk... Evrenin bilemediğimiz bir yerlerine.
Yaşam ve ölüm... Her ikisinin de bir değeri olmalıydı...
Yoksa neden geldik ve neden geri çağırıyorlardı ki bizi?
Ölüm bir yokluk değildi...
Sadece mekân değişikliği... Beden değişikliği...
Bu kitap 2019 yılında yayınlanan ‘ÜÇ ADA’ romanının devamıdır...
Ekim, 1992...
On dört yaşına kadar yaşadıkları Bozcaada’ya New York’tan yelken açmışlardı.
Poyraz ve bahriyeden sınıf arkadaşı; lakabıyla ‘Samsa Sedat.’
Bahriye Mektebi’nden sonra yollarını ayırmıştı kader. Poyraz’ın yolu New York’a uzanırken... Sedat’ın yolu bahriyede devam etmişti. Kırk iki yaşına girmişlerdi, ihtiyaçları vardı bu yolculuğa. Geçmişe dönmek istemişlerdi. O kadar çok şey vardı ki birbirlerine anlatacakları...
Gecenin bir saati...
Uzaklardan çakan şimşekler, gök gürlemeleri, gittikçe hızını artıran rüzgârın uğultusu... Samsa tedirgin olmuştu: “Fırtına bulutları bu, birazdan patlayacak hava Poyraz.”
“Okyanus fırtınasız geçilmez, anlatacak bir şeyimiz olsun” dedi Poyraz heyecanla. Canları girmek istemişti fırtınaya. Sonuçta; denizdeki her fırtınanın bir süre sonra sakinliği vardır diye düşünmüş olmalıydılar. Ya yaşamın bedendeki fırtınaları... Geçmiyordu yıllar geçse de acıları. Kızgındı ikisi de kadere. Yaşamak istemişlerdi heyecanı, mücadeleyi o an; kadere isyan edercesine. Dev dalgaların içine dalmıştı Forever adlı tekne...
Aynı saatlerde Madeira Adası’nda Poyraz’ı bekleyen bir kadın.
Evlenme teklif etmişti adam, kadına; New York Limanı’ndan ayrılırken... Bozcaada’da köy düğünleri olacaktı.
JULIA...
Çığlık atarak uyanmıştı gecenin bir saatinde. “Poyraz” diye mırıldandı; rüzgârın şiddetiyle birlikte yağmur delicesine pencere camlarına vururken. Sanki bir şeyler anlatmaya çalışıyordu, otel odasında korkuyla camdan dışarı bakan Julia’ya...
Bir kadının tutkusu ve mücadelesini anlatan içi sebeplerle dolu bir yolun hikâyesi...
Dursun Turan’ın kaleminden...
Dünya’ya gelişimiz... Bir sebebi olmalıydı...
Neden, niçin, neye hizmet etmek için var olmuştuk?
Ya dönüş zamanı geldiğinde? Yine bir sebebi olmalıydı ayrılışın. Kader dediler gidenin arkasından, ömrü bu kadardı dediler. Neden öyleydi ki? Bilmiyorduk. Yine başa; geldiğimiz yere dönüyorduk... Evrenin bilemediğimiz bir yerlerine.
Yaşam ve ölüm... Her ikisinin de bir değeri olmalıydı...
Yoksa neden geldik ve neden geri çağırıyorlardı ki bizi?
Ölüm bir yokluk değildi...
Sadece mekân değişikliği... Beden değişikliği...