İnsanoğlu, kadın ve erkek olarak yaratılmıştır. Eril ve dişil yaradılış, Allah’ın takdiri ve hikmetinin tezahürüdür. Eril ve dişil bireyler, eşsiz ve benzersizdir. Cinsiyet farklılığı, birinin eksik, diğerinin tam oluşunun değil, aralarındaki dengenin ve uyumun göstergesidir. Kadın ya da erkek doğmak bir üstünlük sebebi değildir. Üstünlük, varoluş bağlamında sorumluluk bilinciyle mümkündür. Kadın ve erkek için hayattaki her eylemin ölçüsü takvadır. Kur’an’ın kadın-erkek ayrımı yapmadan her ikisine de ortak mesajı şudur: “Erkek olsun kadın olsun, her kim ki iman edip doğru ve yararlı işler yapmışsa cennete girecek ve orada kendine hesapsız nimetler verilecektir.” Asıl farklılık cinsiyette değil, inançta, ahlâkta, davranıştadır. Bu da Allah’a itaat ve Peygamberine tâbi olmakla mümkündür.
Kur’an, cinsiyet dâhil bütün farklılıklara, tevhit ilkesi temelinde farklılıkların hikmeti çerçevesinde yaklaşır. İnsanın varoluş değerini ve amacını tanımlayarak Müslümana öteki üzerinden bir kimlik oluşturmayı ortadan kaldırır. İnsanın tarihsel süreçteki kazanımlarını, yaradılış gerçekliği bağlamında vahye uygun olup olmamasıyla biçimlendirmeyle bir kimlik tanımlaması getirir. Bu çerçevede vahye dayalı kimliği muhafaza etmek ister. Böylece öteki üzerinden bir kimlik oluşumunu engeller. İslâm’a göre “ben-sen” ilişkisi, efendi-köle, mâlik-mülk ilişkisi değil, Yaradan-kul ilişkisidir. Kadında ve erkekteyse, mümin-mümine ilişkisidir. Tarafların üstünlüğü takva iledir. İnsan kendini ve ötekini, Yaratıcının yaratıcılığı ile tanımlar. Bu tanımda kendiyle öteki, erkekle kadın, kulluk paydasında birleşir.
Kadın konusunda Kur’an âyetlerinin, geleneksel metinlerde subjektif yorumlanması, kadının değersiz, öteki konumuna indirgenmesine ve hayata bu olumsuzlukla yansımasına yol açmıştır. Böylece kadın erkek arasındaki cinsiyet farklılığı, cinsiyet ayrımcılığına dönüşmüştür. Erkekle kadın arasındaki farklılığın anlam kazandığı insanın eylemine karşın, kronolojik öncelik ve mahiyet üstünlüğü bakışıyla birinin diğerinde anlam bulduğu yaradılış gerçeği cinsiyetçiliğe indirgenince, yaradılışın amacı ve hikmeti göz ardı edilir. Sonuçta bir cinsin tahakkümü ve bencilliği, diğerinin mahkûm oluşuna yol açar. Çünkü cinsiyet fıtridir. Ötekileştirmenin neden olduğu cinsiyet ayrımcılığı, kültürel değerler üzerinden “ben-sen” ilişkisine dayandırıldığında, kadını varoluş gerçekliği dışında algılamayla neticelenir.
İnsanoğlu, kadın ve erkek olarak yaratılmıştır. Eril ve dişil yaradılış, Allah’ın takdiri ve hikmetinin tezahürüdür. Eril ve dişil bireyler, eşsiz ve benzersizdir. Cinsiyet farklılığı, birinin eksik, diğerinin tam oluşunun değil, aralarındaki dengenin ve uyumun göstergesidir. Kadın ya da erkek doğmak bir üstünlük sebebi değildir. Üstünlük, varoluş bağlamında sorumluluk bilinciyle mümkündür. Kadın ve erkek için hayattaki her eylemin ölçüsü takvadır. Kur’an’ın kadın-erkek ayrımı yapmadan her ikisine de ortak mesajı şudur: “Erkek olsun kadın olsun, her kim ki iman edip doğru ve yararlı işler yapmışsa cennete girecek ve orada kendine hesapsız nimetler verilecektir.” Asıl farklılık cinsiyette değil, inançta, ahlâkta, davranıştadır. Bu da Allah’a itaat ve Peygamberine tâbi olmakla mümkündür.
Kur’an, cinsiyet dâhil bütün farklılıklara, tevhit ilkesi temelinde farklılıkların hikmeti çerçevesinde yaklaşır. İnsanın varoluş değerini ve amacını tanımlayarak Müslümana öteki üzerinden bir kimlik oluşturmayı ortadan kaldırır. İnsanın tarihsel süreçteki kazanımlarını, yaradılış gerçekliği bağlamında vahye uygun olup olmamasıyla biçimlendirmeyle bir kimlik tanımlaması getirir. Bu çerçevede vahye dayalı kimliği muhafaza etmek ister. Böylece öteki üzerinden bir kimlik oluşumunu engeller. İslâm’a göre “ben-sen” ilişkisi, efendi-köle, mâlik-mülk ilişkisi değil, Yaradan-kul ilişkisidir. Kadında ve erkekteyse, mümin-mümine ilişkisidir. Tarafların üstünlüğü takva iledir. İnsan kendini ve ötekini, Yaratıcının yaratıcılığı ile tanımlar. Bu tanımda kendiyle öteki, erkekle kadın, kulluk paydasında birleşir.
Kadın konusunda Kur’an âyetlerinin, geleneksel metinlerde subjektif yorumlanması, kadının değersiz, öteki konumuna indirgenmesine ve hayata bu olumsuzlukla yansımasına yol açmıştır. Böylece kadın erkek arasındaki cinsiyet farklılığı, cinsiyet ayrımcılığına dönüşmüştür. Erkekle kadın arasındaki farklılığın anlam kazandığı insanın eylemine karşın, kronolojik öncelik ve mahiyet üstünlüğü bakışıyla birinin diğerinde anlam bulduğu yaradılış gerçeği cinsiyetçiliğe indirgenince, yaradılışın amacı ve hikmeti göz ardı edilir. Sonuçta bir cinsin tahakkümü ve bencilliği, diğerinin mahkûm oluşuna yol açar. Çünkü cinsiyet fıtridir. Ötekileştirmenin neden olduğu cinsiyet ayrımcılığı, kültürel değerler üzerinden “ben-sen” ilişkisine dayandırıldığında, kadını varoluş gerçekliği dışında algılamayla neticelenir.