Kadın/erkek ikilemini düşünmeye başladığımız anda, yasa ve geleneğin insanlığa "miras" bıraktığı bir ikili hiyerarşik yapı ile karşı karşıya kalırız. Jacques Derrida'nın deyimiyle sözmerkezci bu gelenek, tarihsel süreçte kadının ve dişil olanın sistem dışına itilmesiyle inşa edilir ve yapısöküm, ötekine ve dişil olana yaratıcı bir alan açar. Yazıda dişil unsurlardan yola çıkan Hélène Cixous "eril" tarihin ve geleneksel yapının kadını ideolojilere, dilsel yapılara ve güç ilişkilerine hapseden geleneksel söylemi yeniden yazmaya girişir. Mite ve şiirsel olana bağlanan Cixous'un dişil yazısı bütün bu söylemlerde var olan erkek egemen yapıyı tehdit eder ve yeniden yazar. Onda, yazı bir dönüşüm mekanizması ve kültürel olarak edinilen sabit kodların ters yüz edilmesi için bir ilham alanıdır. Bu alan birçok anlam katmanının imgesel düzlemde okurla buluşarak ondaki yerleşik düşünceyi sarsmasına olanak tanır. Bunun sonucunda, yazınsal uzlaşı yalnızca dilsel düzlemde değil, kültürel düzeyde de yapısöküme uğratılır. Bu nedenle Cixous'ta dişil yazı, kadının toplumsal ve tarihsel konumlanışının ters yüz edildiği ve bilinç dışından tarih sahnesine taşınarak özgürleştiği bir kayıt olayı olarak betimlenir. Kadınlık batı düşünce sisteminde kültürel sahneden kovulmuşsa bizim gibi doğu ve batının kavşağında konumlanan ve çoğu batılı söylene kaynaklık eden toplumsal örüntüde nerededir? Kadın bu coğrafyada sesine ve kimliğine gerçekten sahip midir? Kadının kendine yabancılaştırılmasının serüveninin başladığı topraklarda "kadın söyleminin" yeniden filizlenebileceği düşüncesi ütopik midir? Bu çalışma dahilinde "dişil yazıya-écriture féminine-" örnek oluşturabilecek belli eserler seçilerek; bu bağlamda Esra Pekin'in Lilith adlı eserinde geleneksel kadın söyleminin ters yüz edilişi, Mine Söğüt'ün Başkalarının Tanrısı eserinde "Sahiplik İmparatorluğu" kavramı ile baskılanan kadınlık ve "başkalık" deneyimi, Mine Söğüt'ün Gergedan - Büyük Küfür Kitabı adlı eserinde içselleştirilen faşizmin eril karakteri ve son olarak Zeynep Kaçar'ın Yalnız adlı eserinde kadının kendi istek ve taleplerine doğru yolculuğu ele alınmıştır.
Kadın/erkek ikilemini düşünmeye başladığımız anda, yasa ve geleneğin insanlığa "miras" bıraktığı bir ikili hiyerarşik yapı ile karşı karşıya kalırız. Jacques Derrida'nın deyimiyle sözmerkezci bu gelenek, tarihsel süreçte kadının ve dişil olanın sistem dışına itilmesiyle inşa edilir ve yapısöküm, ötekine ve dişil olana yaratıcı bir alan açar. Yazıda dişil unsurlardan yola çıkan Hélène Cixous "eril" tarihin ve geleneksel yapının kadını ideolojilere, dilsel yapılara ve güç ilişkilerine hapseden geleneksel söylemi yeniden yazmaya girişir. Mite ve şiirsel olana bağlanan Cixous'un dişil yazısı bütün bu söylemlerde var olan erkek egemen yapıyı tehdit eder ve yeniden yazar. Onda, yazı bir dönüşüm mekanizması ve kültürel olarak edinilen sabit kodların ters yüz edilmesi için bir ilham alanıdır. Bu alan birçok anlam katmanının imgesel düzlemde okurla buluşarak ondaki yerleşik düşünceyi sarsmasına olanak tanır. Bunun sonucunda, yazınsal uzlaşı yalnızca dilsel düzlemde değil, kültürel düzeyde de yapısöküme uğratılır. Bu nedenle Cixous'ta dişil yazı, kadının toplumsal ve tarihsel konumlanışının ters yüz edildiği ve bilinç dışından tarih sahnesine taşınarak özgürleştiği bir kayıt olayı olarak betimlenir. Kadınlık batı düşünce sisteminde kültürel sahneden kovulmuşsa bizim gibi doğu ve batının kavşağında konumlanan ve çoğu batılı söylene kaynaklık eden toplumsal örüntüde nerededir? Kadın bu coğrafyada sesine ve kimliğine gerçekten sahip midir? Kadının kendine yabancılaştırılmasının serüveninin başladığı topraklarda "kadın söyleminin" yeniden filizlenebileceği düşüncesi ütopik midir? Bu çalışma dahilinde "dişil yazıya-écriture féminine-" örnek oluşturabilecek belli eserler seçilerek; bu bağlamda Esra Pekin'in Lilith adlı eserinde geleneksel kadın söyleminin ters yüz edilişi, Mine Söğüt'ün Başkalarının Tanrısı eserinde "Sahiplik İmparatorluğu" kavramı ile baskılanan kadınlık ve "başkalık" deneyimi, Mine Söğüt'ün Gergedan - Büyük Küfür Kitabı adlı eserinde içselleştirilen faşizmin eril karakteri ve son olarak Zeynep Kaçar'ın Yalnız adlı eserinde kadının kendi istek ve taleplerine doğru yolculuğu ele alınmıştır.