Kalbiye, sıradan bir kadının intikam alma düşüncesiyle yola çıktığında yaşamları nasıl değiştirebileceğini gerçekçi bir dille anlatıyor. Yaşadığımız çağda kurulan toplumsal düzenin temellerini sarsacak kadar açık sözlü, ironik, yakıcı ifadelerle, güzellik, aşk, evlilik, aldatma ve sadakât kavramlarıyla çağın ahlâk anlayışına ayna tutuyor. Zekiye Yaldız’ın kaleminin ucundaki o sıcak üslupla zaman zaman Kalbiye’yi yersek de onu anlıyor ve hak veriyoruz. Yer yer bir iç dökme gibi okuduğumuz roman, çarpıcı sonuyla çoğumuzun arkadaş toplantılarında gizli kapaklı konuştuğumuz, bazen de kimselere söyleyemediğimiz sırları bizim yerimize deşifre ederek ikiyüzlülüğümüzü tokat gibi yüzümüze çarpıyor.
“Masanın etrafında Gucciler, Vakkolar, Pradalar, ihtimal- çakma Hermesler oturuyor, restoranda istenecek ne kadar pahalı yiyecek varsa istenmiş, mültecilere yardım için ne yapılacağı konuşuluyordu. Her biri benden çok daha önce kocası tarafından aldatılmış kadınların bu kadar mutlu görünmelerine hayret edecek takatim yoktu. Bir kalpleri varsa kırılmış olmalıydı. Nasıl onardılar? Eşyayla, yılan zehiriyle, timsah derisi, kaplumbağa kabuğu ile şifalanmışlar, nefes terapiden biraz soluk almışlar ve Mevlevi terapiyle arşa yükselip aile diziniyle anneannelerini bulmuşlar şimdi de bu kutsal görev için Çukurambar’ın lüks restoranına inmişlerdi. Her biri birer Mehdi’ydi. Dünyanın göç sorununu yaprak sarması satarak çözmek üzereydiler.”
Kalbiye, sıradan bir kadının intikam alma düşüncesiyle yola çıktığında yaşamları nasıl değiştirebileceğini gerçekçi bir dille anlatıyor. Yaşadığımız çağda kurulan toplumsal düzenin temellerini sarsacak kadar açık sözlü, ironik, yakıcı ifadelerle, güzellik, aşk, evlilik, aldatma ve sadakât kavramlarıyla çağın ahlâk anlayışına ayna tutuyor. Zekiye Yaldız’ın kaleminin ucundaki o sıcak üslupla zaman zaman Kalbiye’yi yersek de onu anlıyor ve hak veriyoruz. Yer yer bir iç dökme gibi okuduğumuz roman, çarpıcı sonuyla çoğumuzun arkadaş toplantılarında gizli kapaklı konuştuğumuz, bazen de kimselere söyleyemediğimiz sırları bizim yerimize deşifre ederek ikiyüzlülüğümüzü tokat gibi yüzümüze çarpıyor.
“Masanın etrafında Gucciler, Vakkolar, Pradalar, ihtimal- çakma Hermesler oturuyor, restoranda istenecek ne kadar pahalı yiyecek varsa istenmiş, mültecilere yardım için ne yapılacağı konuşuluyordu. Her biri benden çok daha önce kocası tarafından aldatılmış kadınların bu kadar mutlu görünmelerine hayret edecek takatim yoktu. Bir kalpleri varsa kırılmış olmalıydı. Nasıl onardılar? Eşyayla, yılan zehiriyle, timsah derisi, kaplumbağa kabuğu ile şifalanmışlar, nefes terapiden biraz soluk almışlar ve Mevlevi terapiyle arşa yükselip aile diziniyle anneannelerini bulmuşlar şimdi de bu kutsal görev için Çukurambar’ın lüks restoranına inmişlerdi. Her biri birer Mehdi’ydi. Dünyanın göç sorununu yaprak sarması satarak çözmek üzereydiler.”