Antik Yunan’lı filozof Herakleitos yaklaşık 2500 yıl önce savaşı “her şeyin babası ve kralı” ilan ederken savaş için “kimini Tanrı kıldı kimini insan, kimini köle kimini özgür” düşüncesini ileri sürmüştür ve savaşa, toplumsal olgular içinde en temel belirleyen rolü vermiştir. Bu yanıyla savaş, Herakleitos’a göre, her toplumsal olguyu belirleyen en temel güçtür. Savaşın tüm toplumsal olguları belirleyen temel güç olup olmadığı tartışmalı olmakla birlikte savaşın önemli bir toplumsal olgu olduğu gerçeği çoğumuz tarafından benimsenmektedir. Sürekli savaşlar, savaşlarda kaybedilen insanlar, tahrip edilen üretici güçler, kurulup yıkılan devletler hepsi savaşın önemli bir toplumsal olgu olduğu gerçekliğini bir yanıyla onaylamaktadır. Sınırlı savaşlardan topyekûn yıkım savaşlarına oradan da düşük yoğunluklu savaşlara kadar insanlık, yazılı tarih boyunca, sürekli olarak savaş olgusunu deneyimlemiştir. Savaşın teorisyeni diyebileceğimiz Carl Von Clausewitz, savaşı, genişletilmiş bir düello olarak tanımlamaktadır ve savaşta veya bu düelloda amacın, taraflardan her birinin fiziksel gücüyle diğer tarafa kendi iradesini kabul ettirmek olduğunu ileri sürmektedir. Clausewitz’e göre savaş; “düşmanı irademizi kabule zorlamak için bir kuvvet kullanma eylemidir”. Stephens ve Baker’da bu noktaya dikkat çekip savaşın iki unsuru kapsadığını –güç sınaması ve iradelerin çatışması- olduğunu belirtir. Onlara göre ölçeği ne olursa olsun bir çatışmanın en son amacı düşmanın savaşma arzusunu kırmaktır.
Antik Yunan’lı filozof Herakleitos yaklaşık 2500 yıl önce savaşı “her şeyin babası ve kralı” ilan ederken savaş için “kimini Tanrı kıldı kimini insan, kimini köle kimini özgür” düşüncesini ileri sürmüştür ve savaşa, toplumsal olgular içinde en temel belirleyen rolü vermiştir. Bu yanıyla savaş, Herakleitos’a göre, her toplumsal olguyu belirleyen en temel güçtür. Savaşın tüm toplumsal olguları belirleyen temel güç olup olmadığı tartışmalı olmakla birlikte savaşın önemli bir toplumsal olgu olduğu gerçeği çoğumuz tarafından benimsenmektedir. Sürekli savaşlar, savaşlarda kaybedilen insanlar, tahrip edilen üretici güçler, kurulup yıkılan devletler hepsi savaşın önemli bir toplumsal olgu olduğu gerçekliğini bir yanıyla onaylamaktadır. Sınırlı savaşlardan topyekûn yıkım savaşlarına oradan da düşük yoğunluklu savaşlara kadar insanlık, yazılı tarih boyunca, sürekli olarak savaş olgusunu deneyimlemiştir. Savaşın teorisyeni diyebileceğimiz Carl Von Clausewitz, savaşı, genişletilmiş bir düello olarak tanımlamaktadır ve savaşta veya bu düelloda amacın, taraflardan her birinin fiziksel gücüyle diğer tarafa kendi iradesini kabul ettirmek olduğunu ileri sürmektedir. Clausewitz’e göre savaş; “düşmanı irademizi kabule zorlamak için bir kuvvet kullanma eylemidir”. Stephens ve Baker’da bu noktaya dikkat çekip savaşın iki unsuru kapsadığını –güç sınaması ve iradelerin çatışması- olduğunu belirtir. Onlara göre ölçeği ne olursa olsun bir çatışmanın en son amacı düşmanın savaşma arzusunu kırmaktır.