Yiğit Bal…
Karadenizli, Pazarlı, hatta ve hatta Laz bir iş adamı… Merkezi, Rize-Pazar ilçesinde olan inşaat şirketinin babasından sonraki ikinci adamı ve geleceğin tek veliahdı…
Karadeniz'i temsil eden yeşil gözler, Adonis kadar yakışıklı, son derece çekici ve en önemlisi bana ilk görüşte aşık olabilecek kadar kalbi daha önce hiç dolmamış bir erkek. Benim erkeğim!
Ve ben!
Magazin sayfalarının şımarık aktörünün eski nişanlısı Güneş Ada. Şimdilerde ise Yiğit Bal'ın tek aşkı, tek evin tek gelin adayıyım. Yiğit'i büyütüp yetiştiren Safiye halanın bana taktığı sıfat bu.
Muhacir ve Laz… Yiğit ve Güneş…
İki sevdalı yürek yeni bir sınavdan geçeceklerdi. Bu sınavın ana başlığı, Güven'di! Sevdaları tüm kara bulutlara göğüs gerebilecek miydi? Yoksa ilk darbede yerle yeksan mı olacaklardı?
Yiğit kanlar içinde kar kümesinin en tepesinde yatıyor, ben ise çaresizce ona ulaşmaya çalışıyordum. Ayaklarıma yosunlar, sarmaşık misali dolanmıştı. Kımıldayamıyordum. Yiğit, sadece gözleriyle ‘hoşça kal' diyor, sanki benimle vedalaşıyordu. Kavuşamadan ayrılıyorduk! Azrı kız ve Emir Asan gibi, Kemençedeki erik ve servi gibi, Karadeniz efsanesindeki mavi deniz ve yeşil dağ gibi ayrılacak mıydık?
Oysa “Hayır! Hayır! Bırakma beni!” diye haykırırken sesim buz kayalara çarpıp sem gibi dönüyordu.
Yiğit Bal…
Karadenizli, Pazarlı, hatta ve hatta Laz bir iş adamı… Merkezi, Rize-Pazar ilçesinde olan inşaat şirketinin babasından sonraki ikinci adamı ve geleceğin tek veliahdı…
Karadeniz'i temsil eden yeşil gözler, Adonis kadar yakışıklı, son derece çekici ve en önemlisi bana ilk görüşte aşık olabilecek kadar kalbi daha önce hiç dolmamış bir erkek. Benim erkeğim!
Ve ben!
Magazin sayfalarının şımarık aktörünün eski nişanlısı Güneş Ada. Şimdilerde ise Yiğit Bal'ın tek aşkı, tek evin tek gelin adayıyım. Yiğit'i büyütüp yetiştiren Safiye halanın bana taktığı sıfat bu.
Muhacir ve Laz… Yiğit ve Güneş…
İki sevdalı yürek yeni bir sınavdan geçeceklerdi. Bu sınavın ana başlığı, Güven'di! Sevdaları tüm kara bulutlara göğüs gerebilecek miydi? Yoksa ilk darbede yerle yeksan mı olacaklardı?
Yiğit kanlar içinde kar kümesinin en tepesinde yatıyor, ben ise çaresizce ona ulaşmaya çalışıyordum. Ayaklarıma yosunlar, sarmaşık misali dolanmıştı. Kımıldayamıyordum. Yiğit, sadece gözleriyle ‘hoşça kal' diyor, sanki benimle vedalaşıyordu. Kavuşamadan ayrılıyorduk! Azrı kız ve Emir Asan gibi, Kemençedeki erik ve servi gibi, Karadeniz efsanesindeki mavi deniz ve yeşil dağ gibi ayrılacak mıydık?
Oysa “Hayır! Hayır! Bırakma beni!” diye haykırırken sesim buz kayalara çarpıp sem gibi dönüyordu.