Son zamanlarda ne zaman bir kitap alsam, hep aynı şeylerle karşılaşıyorum.
Aşk acısı, özlem, pişmanlıklar, ihanet... Hep aynı duygular, aynı cümleler.
Üstelik bir kitabı bitirip diğerine başladığımda bile, sanki aynı kitabı okuyormuşum gibi geliyor. Kalıplar aynı, cümleler aynı, anlatılanlar aynı.
Ama bir şey eksik: Samimiyet. O kitapları okuduğumda, o satırların arkasında yazarın gerçekten hissettiğini, o duyguyu yaşadığını göremiyorum.
Her şey, sanki bir yerlerden kopyalanmış, biraz değiştirilmiş ve parlatılmış gibi. Anlatılan acılar gerçek değil; mutluluklar sahte, ihanetler bile inandırıcı değil. O kitaplar, hayatın kendisini anlatmıyor. Bazen bir yazara bakıyorum. 4-5 kitap yazmış ama hepsinde aynı şeyleri anlatmış. Sanki hep aynı hikâyeyi alıp baştan yazmış gibi. Hep aynı cümleler, aynı nasihatler. Ve ben hepsini de okumuşum. Ama okuduğum hiçbir satırda bir duygu yükü bulamamışım. Çünkü yazılanlar yaşanmamış, hissettirilmemiş.
Biz de bu kitapta benzer şeylerden bahsettik: Acılardan, özlemlerden, ihanetlerden, pişmanlıklardan... Ama bizim farkımız, bunların gerçek olması. Yazdığımız her şey yaşanmış, hissedilmiş, içimizde yer etmiş duygular. Buradaki satırların her biri, yaşanmışlığın bir izidir. Anlatmak için yazmadık, etkilemek için yazmadık. Kendi içimizdekileri döktük. O yüzden bu kitabı okurken, belki bir yerlerde kendinden bir şey bulacaksın.
Çünkü hayat dediğimiz şey hepimizin ortak noktasıdır. Hepimiz pişmanlıklar yaşarız, hepimiz seviniriz, hepimiz düşeriz. Ama burada yazılanlar, o anların birebir gerçek hisleridir.
Bu kitap, her şeyden önce gerçek. Belki yer yer seni rahatsız edecek, belki de seni hüzünlendirecek. Ama bir şey yapmayacak: Seni kandırmayacak.
Çünkü bu kitapta hayat var. İnsanların yaşadığı, bizim yaşadığımız, bizim hissettiğimiz gerçek bir dünya var.
Son zamanlarda ne zaman bir kitap alsam, hep aynı şeylerle karşılaşıyorum.
Aşk acısı, özlem, pişmanlıklar, ihanet... Hep aynı duygular, aynı cümleler.
Üstelik bir kitabı bitirip diğerine başladığımda bile, sanki aynı kitabı okuyormuşum gibi geliyor. Kalıplar aynı, cümleler aynı, anlatılanlar aynı.
Ama bir şey eksik: Samimiyet. O kitapları okuduğumda, o satırların arkasında yazarın gerçekten hissettiğini, o duyguyu yaşadığını göremiyorum.
Her şey, sanki bir yerlerden kopyalanmış, biraz değiştirilmiş ve parlatılmış gibi. Anlatılan acılar gerçek değil; mutluluklar sahte, ihanetler bile inandırıcı değil. O kitaplar, hayatın kendisini anlatmıyor. Bazen bir yazara bakıyorum. 4-5 kitap yazmış ama hepsinde aynı şeyleri anlatmış. Sanki hep aynı hikâyeyi alıp baştan yazmış gibi. Hep aynı cümleler, aynı nasihatler. Ve ben hepsini de okumuşum. Ama okuduğum hiçbir satırda bir duygu yükü bulamamışım. Çünkü yazılanlar yaşanmamış, hissettirilmemiş.
Biz de bu kitapta benzer şeylerden bahsettik: Acılardan, özlemlerden, ihanetlerden, pişmanlıklardan... Ama bizim farkımız, bunların gerçek olması. Yazdığımız her şey yaşanmış, hissedilmiş, içimizde yer etmiş duygular. Buradaki satırların her biri, yaşanmışlığın bir izidir. Anlatmak için yazmadık, etkilemek için yazmadık. Kendi içimizdekileri döktük. O yüzden bu kitabı okurken, belki bir yerlerde kendinden bir şey bulacaksın.
Çünkü hayat dediğimiz şey hepimizin ortak noktasıdır. Hepimiz pişmanlıklar yaşarız, hepimiz seviniriz, hepimiz düşeriz. Ama burada yazılanlar, o anların birebir gerçek hisleridir.
Bu kitap, her şeyden önce gerçek. Belki yer yer seni rahatsız edecek, belki de seni hüzünlendirecek. Ama bir şey yapmayacak: Seni kandırmayacak.
Çünkü bu kitapta hayat var. İnsanların yaşadığı, bizim yaşadığımız, bizim hissettiğimiz gerçek bir dünya var.