Başlarımız, bir doğruyu yeni anlamış olmanın utangaçlığıyla yana eğiliyor. “Evet haklısınız,” diyoruz. Birden beliren bir gerçeğin kanatları altına girmeyi kabullenen, yerinde bulan, baş eğen sesimizi yadırgıyoruz bir an; kaybetmeye başladığımızın farkına varıyoruz.
Bize, ‘haklısınız' dedirten şey kalın bir tabakaya dönüşecekti ve biz o tabakanın çıkardığı zehirli havayı soluyacaktık. Onaylayan, itaat eden zayıf bırakılmış biz, düşünce üretmemize engel olan bir ağ örecek; artık ne derlerse “Haklısınız,” diyecektik. “Evet efendim. Özür dileriz.”
Başlarımız, bir doğruyu yeni anlamış olmanın utangaçlığıyla yana eğiliyor. “Evet haklısınız,” diyoruz. Birden beliren bir gerçeğin kanatları altına girmeyi kabullenen, yerinde bulan, baş eğen sesimizi yadırgıyoruz bir an; kaybetmeye başladığımızın farkına varıyoruz.
Bize, ‘haklısınız' dedirten şey kalın bir tabakaya dönüşecekti ve biz o tabakanın çıkardığı zehirli havayı soluyacaktık. Onaylayan, itaat eden zayıf bırakılmış biz, düşünce üretmemize engel olan bir ağ örecek; artık ne derlerse “Haklısınız,” diyecektik. “Evet efendim. Özür dileriz.”