Yeni yüzyılın ilk çeyreğinde, mevcut siyasal sistemlerin otoriteryanizme doğru genel bir sürüklenme içerisinde oldukları, ilgili uluslararası araştırma kuruluşlarının raporları ve akademik çalışmalar ile de doğrulanmış, gözlemlenebilir bir olgudur. Buna karşın, bu siyasal sistemler içerisinde yaşayan toplumların demokratikleşme talepleri ise her geçen gün ve ne pahasına olursa olsun artma eğilimi göstermektedir. Çeşitli dinamikleri olmakla beraber, ana motifin demokrasi talebi olduğu ve siyasi krizlere neden olan kitlesel hareketler, devlet-toplum arasındaki bu gerilimin meydanlara yansıması olarak yorumlanabilir. Dolayısıyla günümüzde, siyasal iktidarların yönetilenlerin “rıza”sına dayanması gerekliliği kaçınılmaz hâle gelmiş, diğer bir ifadeyle meşruiyetin yegâne zemini olan demokratik bir rejim tesisinin siyasal istikrar açısından önemi artmıştır.
Bu bağlamda Türkiye'de de yaklaşık 150 yıldır kalkınma, modernleşme ve demokratikleşme adına siyasal sistem sürekli revize edilmektedir. Nihai olarak, 2017 referandumu ile hükûmet sistemi değişikliği yapılmış ve Parlamenter hükümet sisteminden Başkanlık hükümet sistemine fiili geçiş 2018 seçimleri ile tamamlanmıştır. Değişiklik taraftarları, değişiklik sayesinde yönetimde istikrar ve sürat sağlanacağını, ayrıca güçlü Başkan modelinin Türk geleneklerine daha uygun olduğunu savunurken; karşıtları değişikliğin “tek adam rejimi” getireceğini ve bunun monarşi tarihimize geri dönüş olduğunu ileri sürmüşlerdir. Referandum üzerinden geçen iki yıla rağmen, konuya dair tartışmalar hâlâ siyaset arenasının ana gündemlerinden birini teşkil etmektedir. Akademik temel ve teori üzerinden anılan tartışmaya katkı sağlamanın hedeflendiği bu kitabın amacı, yapılan hükûmet sistemi değişikliği sonrası, Türk siyasal rejiminin otoriteryanizme sürüklenme riski ile karşı karşıya kalıp kalmadığını anlamak ve açıklamaktır.
Yeni yüzyılın ilk çeyreğinde, mevcut siyasal sistemlerin otoriteryanizme doğru genel bir sürüklenme içerisinde oldukları, ilgili uluslararası araştırma kuruluşlarının raporları ve akademik çalışmalar ile de doğrulanmış, gözlemlenebilir bir olgudur. Buna karşın, bu siyasal sistemler içerisinde yaşayan toplumların demokratikleşme talepleri ise her geçen gün ve ne pahasına olursa olsun artma eğilimi göstermektedir. Çeşitli dinamikleri olmakla beraber, ana motifin demokrasi talebi olduğu ve siyasi krizlere neden olan kitlesel hareketler, devlet-toplum arasındaki bu gerilimin meydanlara yansıması olarak yorumlanabilir. Dolayısıyla günümüzde, siyasal iktidarların yönetilenlerin “rıza”sına dayanması gerekliliği kaçınılmaz hâle gelmiş, diğer bir ifadeyle meşruiyetin yegâne zemini olan demokratik bir rejim tesisinin siyasal istikrar açısından önemi artmıştır.
Bu bağlamda Türkiye'de de yaklaşık 150 yıldır kalkınma, modernleşme ve demokratikleşme adına siyasal sistem sürekli revize edilmektedir. Nihai olarak, 2017 referandumu ile hükûmet sistemi değişikliği yapılmış ve Parlamenter hükümet sisteminden Başkanlık hükümet sistemine fiili geçiş 2018 seçimleri ile tamamlanmıştır. Değişiklik taraftarları, değişiklik sayesinde yönetimde istikrar ve sürat sağlanacağını, ayrıca güçlü Başkan modelinin Türk geleneklerine daha uygun olduğunu savunurken; karşıtları değişikliğin “tek adam rejimi” getireceğini ve bunun monarşi tarihimize geri dönüş olduğunu ileri sürmüşlerdir. Referandum üzerinden geçen iki yıla rağmen, konuya dair tartışmalar hâlâ siyaset arenasının ana gündemlerinden birini teşkil etmektedir. Akademik temel ve teori üzerinden anılan tartışmaya katkı sağlamanın hedeflendiği bu kitabın amacı, yapılan hükûmet sistemi değişikliği sonrası, Türk siyasal rejiminin otoriteryanizme sürüklenme riski ile karşı karşıya kalıp kalmadığını anlamak ve açıklamaktır.