İstanbul dünyanın en çok değişen şehri. Hem yalnız semtleri ile değil, tipleri ile eğlence âlemleri ile âdetleri ile yemekleri ve kaybolan bazı ağız tatları ile değişti. Nerede akşamları bir sokak feneri altına ayaklı tablasını kurup gece yarılarına kadar muhallebi satan beyazlar giyinmiş seyyar muhallebici? Nerede: "Naaaaaaaneeeeee suyu!", "Keeeeeekiiik suuuyu!" diye şişeleri meşin ceketinin geniş ceplerinde, sokak sokak dolaşan zat? Ve bir köşe başında yıldırım gibi önümüze çıkıp, sonra asmalı dar bir sokağın loşluğunda bir hayal gibi kayboluveren alev rengi elbiseli, eli fenerli, yangın habercisi, köşklü? O sahici san’atkâr Eyüp oyuncakçısı ne yapıyor? Nerede o usta Beykoz paçacısı? Artık paça pişmiyor mu? Nerede "Gökte melek, yerde bulut! Goy, goy, goy canım!" diye kapı kapı dolaşan goygoycular? Nerede faytonun bir tarafına yaslanıp bıyık bükerek kadınlara işaret eden Kuşdili Don Juan’ı? Hepsi sanki koşa koşa bir masalın içine girip gözlerden kayboldular...
İstanbul dünyanın en çok değişen şehri. Hem yalnız semtleri ile değil, tipleri ile eğlence âlemleri ile âdetleri ile yemekleri ve kaybolan bazı ağız tatları ile değişti. Nerede akşamları bir sokak feneri altına ayaklı tablasını kurup gece yarılarına kadar muhallebi satan beyazlar giyinmiş seyyar muhallebici? Nerede: "Naaaaaaaneeeeee suyu!", "Keeeeeekiiik suuuyu!" diye şişeleri meşin ceketinin geniş ceplerinde, sokak sokak dolaşan zat? Ve bir köşe başında yıldırım gibi önümüze çıkıp, sonra asmalı dar bir sokağın loşluğunda bir hayal gibi kayboluveren alev rengi elbiseli, eli fenerli, yangın habercisi, köşklü? O sahici san’atkâr Eyüp oyuncakçısı ne yapıyor? Nerede o usta Beykoz paçacısı? Artık paça pişmiyor mu? Nerede "Gökte melek, yerde bulut! Goy, goy, goy canım!" diye kapı kapı dolaşan goygoycular? Nerede faytonun bir tarafına yaslanıp bıyık bükerek kadınlara işaret eden Kuşdili Don Juan’ı? Hepsi sanki koşa koşa bir masalın içine girip gözlerden kayboldular...