Kendini nerede konumlandırıyorsun? İnsanların ve insanlığın kalitesini her fırsatta ölçmek gibi bir iddian var. Bunu farkında olarak ya da olmayarak sürekli yapıyorsun. Dünyanın günbegün değişen değer yargıları varken sen bulunduğun çağın doğrularına göre hüküm veriyorsun. Hem sana böyle ikinci bir mesleği kim verdi ki! Senin işin başta kendini düzeltmek, hatalarını onarmak. Gerisi üstüne vazife olmayan işlerin meraklısı olmaktan başka bir şey değil. Elinde iyiliği ve kötülüğü kusursuz ölçen bir kantar mı var yoksa? Tecrüben bir bakışta insanları çözmeye yeter mi sanıyorsun? Özelden genele birkaç küçük bilgiyle ulaşabileceğini düşünüyor ama yanılıyorsun. İnsanları eleştirirken onların geçmişine, yaşadıklarına ve güncel hayat koşullarına dair hiçbir fikrin yok ve sen buna rağmen rahatça ahkam kesebiliyorsun. Hem de sana böyle bir görev verilmediği halde. Ne kadar garip değil mi kızıp yaygara kopardıklarının durumuna düştüğünde çaresizce yardım dilemen? Kendi pencerenden gördüklerin sadece pencerenin genişliği ve bulunduğu konum kadardır. Halbuki baktığın yerden görünmeyen neler var neler. Yarım bilgiyle kesin kanaate varmak ve acımasızca insanları doğramak sana farklı bir haz veriyor. Hem konunun dışında olmanın özgürlüğü hem de eleştirmenin keyfi seni adeta coşturuyor. Ağzından köpükler çıkararak yakıyor, yıkıyorsun. Çünkü sen kendince harika, kusursuz ve günahsızsın değil mi? İnsanın kendine söylediği yalanlardan daha feci olan şey söylediği o yalanlara inanmasıdır ve sen bunu yapıyorsun. Keyifle ve umarsızca. Kendi hata ve yanlışların boyunu aştığı halde gözün insanların kusurlarında. Aç kurtlar gibi bunun peşindesin. Ne kadar gereksiz ve ne kadar ahmakça.
Kendini nerede konumlandırıyorsun? İnsanların ve insanlığın kalitesini her fırsatta ölçmek gibi bir iddian var. Bunu farkında olarak ya da olmayarak sürekli yapıyorsun. Dünyanın günbegün değişen değer yargıları varken sen bulunduğun çağın doğrularına göre hüküm veriyorsun. Hem sana böyle ikinci bir mesleği kim verdi ki! Senin işin başta kendini düzeltmek, hatalarını onarmak. Gerisi üstüne vazife olmayan işlerin meraklısı olmaktan başka bir şey değil. Elinde iyiliği ve kötülüğü kusursuz ölçen bir kantar mı var yoksa? Tecrüben bir bakışta insanları çözmeye yeter mi sanıyorsun? Özelden genele birkaç küçük bilgiyle ulaşabileceğini düşünüyor ama yanılıyorsun. İnsanları eleştirirken onların geçmişine, yaşadıklarına ve güncel hayat koşullarına dair hiçbir fikrin yok ve sen buna rağmen rahatça ahkam kesebiliyorsun. Hem de sana böyle bir görev verilmediği halde. Ne kadar garip değil mi kızıp yaygara kopardıklarının durumuna düştüğünde çaresizce yardım dilemen? Kendi pencerenden gördüklerin sadece pencerenin genişliği ve bulunduğu konum kadardır. Halbuki baktığın yerden görünmeyen neler var neler. Yarım bilgiyle kesin kanaate varmak ve acımasızca insanları doğramak sana farklı bir haz veriyor. Hem konunun dışında olmanın özgürlüğü hem de eleştirmenin keyfi seni adeta coşturuyor. Ağzından köpükler çıkararak yakıyor, yıkıyorsun. Çünkü sen kendince harika, kusursuz ve günahsızsın değil mi? İnsanın kendine söylediği yalanlardan daha feci olan şey söylediği o yalanlara inanmasıdır ve sen bunu yapıyorsun. Keyifle ve umarsızca. Kendi hata ve yanlışların boyunu aştığı halde gözün insanların kusurlarında. Aç kurtlar gibi bunun peşindesin. Ne kadar gereksiz ve ne kadar ahmakça.