“Kim bilir, kaç geline kapı açtı; kaç çocuğu dünyaya getirip bağrına bastı, ev halkından kaçını kapısından sessiz hıçkırıklarla mezarlarına uğurladı? Kim bilir, kaç kuşu saçağında yuvalandırıp yavrularını uçurttu; kaç börtü böceği avuçlarında saklayarak bu dünyanın yılanından, kurdundan, çakalından ve zalimlerin zulmünden dünyanın bitmek bilmez kötülüklerinden korudu? Ve kimleri yazdı, kimleri çizdi duvarındaki ak topraklı sayfalarına. Ah! Bir dili olsa da konuşsa duvar kovuğundaki hüzünlerin, saçağındaki kuş yuvalarının, tahta kapısının önündeki hasret eşiklerinin, penceresini yalayan sevda yellerinin…”
“Kim bilir, kaç geline kapı açtı; kaç çocuğu dünyaya getirip bağrına bastı, ev halkından kaçını kapısından sessiz hıçkırıklarla mezarlarına uğurladı? Kim bilir, kaç kuşu saçağında yuvalandırıp yavrularını uçurttu; kaç börtü böceği avuçlarında saklayarak bu dünyanın yılanından, kurdundan, çakalından ve zalimlerin zulmünden dünyanın bitmek bilmez kötülüklerinden korudu? Ve kimleri yazdı, kimleri çizdi duvarındaki ak topraklı sayfalarına. Ah! Bir dili olsa da konuşsa duvar kovuğundaki hüzünlerin, saçağındaki kuş yuvalarının, tahta kapısının önündeki hasret eşiklerinin, penceresini yalayan sevda yellerinin…”