Nazlı Akçura ilk öykü kitabı Kesi Yeri'nde, hayata dair inancını, sevdiklerini, mevcut düzenini, geleceğini, bedenine olan hükmünü ve ilişkiler içerisinde kendini kaybedenlerin hikâyeleriyle “merhaba” diyor okuruna. Tüm karakterlerini sessiz bir ortaklığın sahibi kılan Akçura, hayallerinden, yaşama sevincinden, her şeyin eskisi gibi olması dileğinden, henüz yaşanmamış o güzel günlerden umudunu kesmek istemeyenlerle; kırılanların, vazgeçmeye meyledenlerin, sessiz bir isyanın paydaşlarıyla içten içe yanmaya devam edenlerin hikâyelerini anlatıyor bizlere.
Kesi Yeri, iç dünyamızda sığındığımız yuvanın ve çocuk saflığımızın aldığı yaraları usulca önümüze sererken hislerimize dokunuyor ve dokunduğu yerde hüzünlü bir iz bırakıyor.
Ellerine varıyorum önce. Üzerlerinde geziyorum, parmaklarına dokunuyorum. Fakat… Yok. İçerideyken de değişen bir şey yok. Gerçekliğini giderek yitiren anılarımı, bu kadar yakınında olsam bile, bana değil, bir yabancıya aitmiş gibi hissediyorum. Annemin ellerini tanıyamıyorum. Sabahları başımı okşayarak beni uyandıran, saçlarımı iki yandan özene bezene örüp de kurdelelerle süsleyen, “Al kızım, bal kızım, içimin neşesi, şen kızım… Yalnızca kızım değil, en yakın arkadaşım…” sözcüklerini kulağıma fısıldarken, yanaklarıma kadife çiçekleri gibi dokunan, gülücükler konduran eller bunlar mıydı sahiden?
Nazlı Akçura ilk öykü kitabı Kesi Yeri'nde, hayata dair inancını, sevdiklerini, mevcut düzenini, geleceğini, bedenine olan hükmünü ve ilişkiler içerisinde kendini kaybedenlerin hikâyeleriyle “merhaba” diyor okuruna. Tüm karakterlerini sessiz bir ortaklığın sahibi kılan Akçura, hayallerinden, yaşama sevincinden, her şeyin eskisi gibi olması dileğinden, henüz yaşanmamış o güzel günlerden umudunu kesmek istemeyenlerle; kırılanların, vazgeçmeye meyledenlerin, sessiz bir isyanın paydaşlarıyla içten içe yanmaya devam edenlerin hikâyelerini anlatıyor bizlere.
Kesi Yeri, iç dünyamızda sığındığımız yuvanın ve çocuk saflığımızın aldığı yaraları usulca önümüze sererken hislerimize dokunuyor ve dokunduğu yerde hüzünlü bir iz bırakıyor.
Ellerine varıyorum önce. Üzerlerinde geziyorum, parmaklarına dokunuyorum. Fakat… Yok. İçerideyken de değişen bir şey yok. Gerçekliğini giderek yitiren anılarımı, bu kadar yakınında olsam bile, bana değil, bir yabancıya aitmiş gibi hissediyorum. Annemin ellerini tanıyamıyorum. Sabahları başımı okşayarak beni uyandıran, saçlarımı iki yandan özene bezene örüp de kurdelelerle süsleyen, “Al kızım, bal kızım, içimin neşesi, şen kızım… Yalnızca kızım değil, en yakın arkadaşım…” sözcüklerini kulağıma fısıldarken, yanaklarıma kadife çiçekleri gibi dokunan, gülücükler konduran eller bunlar mıydı sahiden?