Bütün kainatı yoktan var eden Yüce Allah (c.c.), canlı veya cansız hiç bir varlığı boş yere, gayesiz ve hikmetsiz yaratmamıştır. Kainatta her varlığın bir hikmeti, gayesi, yeri ve değeri vardır. Bilhassa biz insanları en güzel şekilde yaratmayı irade buyurmuş, şan ve şeref sahibi kılmış, yeryüzünde, gökyüzünde ve her ikisi arasında bulunan her şeyi bizim hizmetimize sunmuştur. Ruh ve beden kabiliyetleri bakımından da canlıların en mükemmeli kılmıştır. Bu dünya imtihanında ebedi bir hayatı ve saadeti kazanmak veya kaybetmek içinde bizlere cüz’i iradeyi vermiştir. Şüphesiz biz insanların bu dünyaya gönderilişimizin hikmeti ve gayesi, kainatın yaratıcısı olan Allah’ı tanımak ve O’na iman edip, ibadet etmektir. İmandan sonra en büyük hakikat namazdır. Nasıl insan kainatın fihristesi, Fatiha Kur’an’ı Kerim’in fihristesi ise, namaz da bütün hayır ve hasenatların ve ibadetlerin fihristesi ve özetidir. Onun için namazsız hiçbir ibadetin Allah katında değeri yoktur. Madem ki namaz bu kadar önemlidir, öyleyse namazı esme basma tulumbası gibi, namaz savar veya namazdan çalarak değil, namazı Allah’ın emrettiği ve Resûllah (s.a.v.)’in uyguladığı ve öğrettiği gibi kılmalıyız. Yani namazı, taharette istinca ve istibraya dikkat ederek alacağımız abdestiyle, rükünleriyle, farzlarıyla, vacipleriyle, tadil-i erkanıyla ve huşuuyla kılmamız lazımdır ki, bizleri insanlık vasfına büründürsün. Böylelikle bizleri bu dünyada her türlü kötülüklerden, günahlardan, hatalardan, ve azgınlıklardan muhafaza etsin. Ahirette de bizleri ebedi bir saadete kavuşturabilsin.
Bütün kainatı yoktan var eden Yüce Allah (c.c.), canlı veya cansız hiç bir varlığı boş yere, gayesiz ve hikmetsiz yaratmamıştır. Kainatta her varlığın bir hikmeti, gayesi, yeri ve değeri vardır. Bilhassa biz insanları en güzel şekilde yaratmayı irade buyurmuş, şan ve şeref sahibi kılmış, yeryüzünde, gökyüzünde ve her ikisi arasında bulunan her şeyi bizim hizmetimize sunmuştur. Ruh ve beden kabiliyetleri bakımından da canlıların en mükemmeli kılmıştır. Bu dünya imtihanında ebedi bir hayatı ve saadeti kazanmak veya kaybetmek içinde bizlere cüz’i iradeyi vermiştir. Şüphesiz biz insanların bu dünyaya gönderilişimizin hikmeti ve gayesi, kainatın yaratıcısı olan Allah’ı tanımak ve O’na iman edip, ibadet etmektir. İmandan sonra en büyük hakikat namazdır. Nasıl insan kainatın fihristesi, Fatiha Kur’an’ı Kerim’in fihristesi ise, namaz da bütün hayır ve hasenatların ve ibadetlerin fihristesi ve özetidir. Onun için namazsız hiçbir ibadetin Allah katında değeri yoktur. Madem ki namaz bu kadar önemlidir, öyleyse namazı esme basma tulumbası gibi, namaz savar veya namazdan çalarak değil, namazı Allah’ın emrettiği ve Resûllah (s.a.v.)’in uyguladığı ve öğrettiği gibi kılmalıyız. Yani namazı, taharette istinca ve istibraya dikkat ederek alacağımız abdestiyle, rükünleriyle, farzlarıyla, vacipleriyle, tadil-i erkanıyla ve huşuuyla kılmamız lazımdır ki, bizleri insanlık vasfına büründürsün. Böylelikle bizleri bu dünyada her türlü kötülüklerden, günahlardan, hatalardan, ve azgınlıklardan muhafaza etsin. Ahirette de bizleri ebedi bir saadete kavuşturabilsin.