“…Her bir şişeye birinin karakteri yansıyordu; ince zarif şişelerde özenle kesilmiş kumaş
parçaları sarkanlar Hasan’ın işiydi. Şişelerin üzerinde gülen suratlar Azat’ı, karmaşık düzenekler
ise Aziz’i işaret ediyordu. Sade ve etkili olanlar Sefkan’ın, gösterişli ve korkunç olanlar Savaş’ındı.
Ben kendi farklılığımı burada da gösteriyor, Azat “Kız işi” deyip takılsa da renkliliğimden taviz
vermiyordum. Küçük grubumuzun altın çağlarıydı. Eve terli, çamurlu ya da yaralı halde geliyor, bir
şekilde büyüklerin denetiminden sıyrılabiliyorduk. Ne de olsa her birimiz birer hızlı koşucu ve
bunun gerektirdiği stratejistler olmuştuk. Biz büyümemekte ısrar edip çocukluğa tutunarak
büyüklerin sıkıcı dünyasına adım atmamaya özen göstersek de hayat bir kapan gibi üzerimize
kapanıyordu…”
Tehlikeli ve ürkütücü zamanlar. Çocukların çocuk gibi büyüyemediği yıllar. Yokluğun, sefaletin,
acı ve ölümün her şeyi çepeçevre sardığı bir kıyı kentinin karanlık sokakları. Yedi sekiz yaşlarında,
ama kendilerinden önceki nesillerin yükünü de sırtlamış bir gurup çocuğun iç burkan hikâyesi.
Kendilerini hiç bir zaman küçük birer çocuk gibi göremeden büyüseler ve yazgı her birini karakterlerine özgü çile ve ıstıraplarla yoğursa da iyileştirici bir yanı bulunmayan zamana karşı yine de
hayata gülümseyerek tutunmaya çalışan hassas ruhlu varlıklar onlar. Halden anlamaz ebeveynleri, lime lime hayatları, tozlu ve çamurlu sokakları, sıvasız evleri, yıkık dökük, derme çatma düşleri
var, ne gam! Onlar gülmeyi ve umut etmeyi biliyor, dünyanın bütün dertleri ve acıları koşturdukları sokaklara yağsa ve akıntı onları hayatın dışına, hayallerinin uzağına, çaresizliğin hükümran
kıyılarına sürüklese de…
Kırık taşlar! Bir kız çocuğunun gözünden bir dönemin, bir neslin, bir halkın, bir ülkenin
hikâyesi...
“…Her bir şişeye birinin karakteri yansıyordu; ince zarif şişelerde özenle kesilmiş kumaş
parçaları sarkanlar Hasan’ın işiydi. Şişelerin üzerinde gülen suratlar Azat’ı, karmaşık düzenekler
ise Aziz’i işaret ediyordu. Sade ve etkili olanlar Sefkan’ın, gösterişli ve korkunç olanlar Savaş’ındı.
Ben kendi farklılığımı burada da gösteriyor, Azat “Kız işi” deyip takılsa da renkliliğimden taviz
vermiyordum. Küçük grubumuzun altın çağlarıydı. Eve terli, çamurlu ya da yaralı halde geliyor, bir
şekilde büyüklerin denetiminden sıyrılabiliyorduk. Ne de olsa her birimiz birer hızlı koşucu ve
bunun gerektirdiği stratejistler olmuştuk. Biz büyümemekte ısrar edip çocukluğa tutunarak
büyüklerin sıkıcı dünyasına adım atmamaya özen göstersek de hayat bir kapan gibi üzerimize
kapanıyordu…”
Tehlikeli ve ürkütücü zamanlar. Çocukların çocuk gibi büyüyemediği yıllar. Yokluğun, sefaletin,
acı ve ölümün her şeyi çepeçevre sardığı bir kıyı kentinin karanlık sokakları. Yedi sekiz yaşlarında,
ama kendilerinden önceki nesillerin yükünü de sırtlamış bir gurup çocuğun iç burkan hikâyesi.
Kendilerini hiç bir zaman küçük birer çocuk gibi göremeden büyüseler ve yazgı her birini karakterlerine özgü çile ve ıstıraplarla yoğursa da iyileştirici bir yanı bulunmayan zamana karşı yine de
hayata gülümseyerek tutunmaya çalışan hassas ruhlu varlıklar onlar. Halden anlamaz ebeveynleri, lime lime hayatları, tozlu ve çamurlu sokakları, sıvasız evleri, yıkık dökük, derme çatma düşleri
var, ne gam! Onlar gülmeyi ve umut etmeyi biliyor, dünyanın bütün dertleri ve acıları koşturdukları sokaklara yağsa ve akıntı onları hayatın dışına, hayallerinin uzağına, çaresizliğin hükümran
kıyılarına sürüklese de…
Kırık taşlar! Bir kız çocuğunun gözünden bir dönemin, bir neslin, bir halkın, bir ülkenin
hikâyesi...