Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber’in vefatından sonra İslam dininin başlıca dayanağı ve bütün dinî ilimlerin birinci başvuru kaynağı haline gelmiştir. Bunun sonucu olarak tefsir ilminin bünyesinde fıkhî, siyasî, kelâmî, felsefî, bilimsel, tasavvufî ve bâtınî tefsir gibi alt tefsir dalları ortaya çıkmıştır. Benzer şekilde Kur’ân-ı Kerîm, ortaya çıkışı ve genel eğilimi ne olursa olsun tüm İslâmî kesimlerin ve bunlara ait dinî anlayışların da ilk başvuru kaynağı olagelmiştir. Bu bağlamda ortaya çıkan çok sayıda İslamî fırka ve anlayış, kendi görüş ve yaklaşımlarını doğrudan Kur’ân’a dayandırmaya çalışmıştır. Aynı kaynaktan istifade etmelerine rağmen bu kesimlerin gerek teoride gerekse pratikte yönelişleri birbirinden çok farklı olmuştur.
Bu duruma, bir yönüyle yorum zenginliği ve bakış genişliği olarak bakmak mümkündür. Bununla birlikte aynı kaynağa dayandırılan tüm bu farklılıkların, ortak bir noktada buluşarak belli bir bütünlük arzetmeleri veya en azından birbirleriyle çelişmemeleri gerekir. Fakat maalesef çoğu zaman bu pek mümkün olamamıştır. Zira genel olarak itikadda farklı yönelişe sahip kesimler, Kur’ân’ı anlamada birbirinden tamamen kopuk ve uzak bir yaklaşım içinde olmuşlardır. Bu durumu, bizzat onların kendi orijinal metinlerinden tespit etmek mümkündür.
Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber’in vefatından sonra İslam dininin başlıca dayanağı ve bütün dinî ilimlerin birinci başvuru kaynağı haline gelmiştir. Bunun sonucu olarak tefsir ilminin bünyesinde fıkhî, siyasî, kelâmî, felsefî, bilimsel, tasavvufî ve bâtınî tefsir gibi alt tefsir dalları ortaya çıkmıştır. Benzer şekilde Kur’ân-ı Kerîm, ortaya çıkışı ve genel eğilimi ne olursa olsun tüm İslâmî kesimlerin ve bunlara ait dinî anlayışların da ilk başvuru kaynağı olagelmiştir. Bu bağlamda ortaya çıkan çok sayıda İslamî fırka ve anlayış, kendi görüş ve yaklaşımlarını doğrudan Kur’ân’a dayandırmaya çalışmıştır. Aynı kaynaktan istifade etmelerine rağmen bu kesimlerin gerek teoride gerekse pratikte yönelişleri birbirinden çok farklı olmuştur.
Bu duruma, bir yönüyle yorum zenginliği ve bakış genişliği olarak bakmak mümkündür. Bununla birlikte aynı kaynağa dayandırılan tüm bu farklılıkların, ortak bir noktada buluşarak belli bir bütünlük arzetmeleri veya en azından birbirleriyle çelişmemeleri gerekir. Fakat maalesef çoğu zaman bu pek mümkün olamamıştır. Zira genel olarak itikadda farklı yönelişe sahip kesimler, Kur’ân’ı anlamada birbirinden tamamen kopuk ve uzak bir yaklaşım içinde olmuşlardır. Bu durumu, bizzat onların kendi orijinal metinlerinden tespit etmek mümkündür.