Kültür fikrinin tarihi çok yönlüdür ve onun “yüksek” ve “folk”, ya da “kültür” ve “kitle kültürü” farklılaşmasının çeşitli Avrupa toplumlarında tabakalaşma ve egemenlik dokusunun nasıl bir parçası olduğu hakkında bir bölüm içermektedir. Bu makale için önemli olan ikinci bir konu terimin on dokuzuncu asrın sonlarında antropolojideki evrimidir. Antropolojinin entelektüel önderleri, kavramı sadece uyumlu bir değerler ve fikirler dizisi olmaktan daha kapsamlı bir hale getirmişlerdir. Mesela Tylor fikri, “toplumun bir üyesi olarak insan tarafından kazanılan bilgi, inanç, sanat, ahlak, yasa, adet ve diğer tüm yetenek ve alışkanlıkları içeren o karmaşık bütünü” (1) içine alacak şekilde genişletmiştir. Lowie’nin tanımı bunun benzeriydi ve yalnızca “esas olarak biyolojik mirasla elde edilen birçok özellikleri” (1934, 3) hariç tutmuştu. Klasik antropolojik kullanımın bir başka özelliği, kültürün sınıfsal ya da diğer toplumsal bölünme ilkeleri boyunca farklılaşmış görülmemesi eğilimiydi; bu tüm toplumlar için geçerli bir kavramdı. O zamanlar antropoloji basit, farklılaşmamış toplumlar üzerinde yoğunlaştığı için bu formül belki de anlaşılabilir. Oysa bu, o zamanlar Ortodoks dinlerin çöküşünün, göçlerle kültürel karışmanın ve kentleşme ve endüstrileşmeyle ilişkili dâhili sınıfsal bölünmelerin yaşandığı Batı toplumlarının artan farklılaşması ve çeşitlenmesiyle kesinlikle uyumlu değildi.
Kültür fikrinin tarihi çok yönlüdür ve onun “yüksek” ve “folk”, ya da “kültür” ve “kitle kültürü” farklılaşmasının çeşitli Avrupa toplumlarında tabakalaşma ve egemenlik dokusunun nasıl bir parçası olduğu hakkında bir bölüm içermektedir. Bu makale için önemli olan ikinci bir konu terimin on dokuzuncu asrın sonlarında antropolojideki evrimidir. Antropolojinin entelektüel önderleri, kavramı sadece uyumlu bir değerler ve fikirler dizisi olmaktan daha kapsamlı bir hale getirmişlerdir. Mesela Tylor fikri, “toplumun bir üyesi olarak insan tarafından kazanılan bilgi, inanç, sanat, ahlak, yasa, adet ve diğer tüm yetenek ve alışkanlıkları içeren o karmaşık bütünü” (1) içine alacak şekilde genişletmiştir. Lowie’nin tanımı bunun benzeriydi ve yalnızca “esas olarak biyolojik mirasla elde edilen birçok özellikleri” (1934, 3) hariç tutmuştu. Klasik antropolojik kullanımın bir başka özelliği, kültürün sınıfsal ya da diğer toplumsal bölünme ilkeleri boyunca farklılaşmış görülmemesi eğilimiydi; bu tüm toplumlar için geçerli bir kavramdı. O zamanlar antropoloji basit, farklılaşmamış toplumlar üzerinde yoğunlaştığı için bu formül belki de anlaşılabilir. Oysa bu, o zamanlar Ortodoks dinlerin çöküşünün, göçlerle kültürel karışmanın ve kentleşme ve endüstrileşmeyle ilişkili dâhili sınıfsal bölünmelerin yaşandığı Batı toplumlarının artan farklılaşması ve çeşitlenmesiyle kesinlikle uyumlu değildi.