Hakikatin ve kurtuluşun, herhangi bir kurumsal dini yapıdan ziyade “gelenek, dinlerin aşkın birliği, diyalogu, dini çoğulculuk veya mevhum bir insanlık ideali” gibi “kapsayıcı” zeminlerde aranması gerektiğine dair söylemler, Batı’da Rönesans, Reform ve Aydınlanma sonrası süreçte, Tanrı’nın ve aşkın dini yapıların insan varoluşundaki ve hayattaki merkezî mevkiini kaybetmesi, böylece dinin ikinci plana itilerek geriletilmesiyle revaç bulabilmiştir. Bu nedenle bütün bu söylemleri, doğrudan veya dolaylı olarak, “Tanrı’nın ve vahyin” merkezde olduğu dinin hakikat zemini yerine, “insanın ve aklın” merkezde olduğu seküler zemini ikame etme ideolojisiyle irtibatlandırmak mümkündür.
Hakikatin ve kurtuluşun, herhangi bir kurumsal dini yapıdan ziyade “gelenek, dinlerin aşkın birliği, diyalogu, dini çoğulculuk veya mevhum bir insanlık ideali” gibi “kapsayıcı” zeminlerde aranması gerektiğine dair söylemler, Batı’da Rönesans, Reform ve Aydınlanma sonrası süreçte, Tanrı’nın ve aşkın dini yapıların insan varoluşundaki ve hayattaki merkezî mevkiini kaybetmesi, böylece dinin ikinci plana itilerek geriletilmesiyle revaç bulabilmiştir. Bu nedenle bütün bu söylemleri, doğrudan veya dolaylı olarak, “Tanrı’nın ve vahyin” merkezde olduğu dinin hakikat zemini yerine, “insanın ve aklın” merkezde olduğu seküler zemini ikame etme ideolojisiyle irtibatlandırmak mümkündür.