Âdâb-ı Muâşeret, insana, cemiyet içerisinde saygın bir birey olarak yaşayabilmek için lâzım olan nezâket kurallarını öğreten, insanî ilişkilerde uyulacak ölçülü ve nazik davranışların şeklini ortaya koyan, şahsı toplum içerisinde erdemli ve hürmete lâyık kılan söz, iş ve davranış biçimlerini kapsayan önemli bir disiplindir. Kur'an'da ahkâm ve ahlâk ile iç içe olup, aynı zamanda onların tamamlayıcısı durumunda olan muâşeret kuralları, düşünülerek söylenmiş sözleri anlamlı kılar, ölçülü hareketleri süsler, görünümü güzelleştirir, kişiye ayrı bir değer kazandırır.
Dinimizde emir ve yasaklara taallûk eden ahkâm aslî; âdâb-ı muâşeret ise fer'î değerlerdir. Diğer bir deyişle âdâb olmadan hükümler ve insanlar arası ilişkiler sürdürülebilirse de bunların güzelliğinden ve mükemmelliğinden söz etmek pek mümkün olmayabilir.
İslâm'da hükümler ve ahlâkî kurallar, genel anlamıyla, evrensel olup müeyyideleri kesindir. Ahlâkın pratiğe, diğer bir ifade ile söz, iş ve davranışlara yansıyan kısmını teşkil eden Âdâb-ı muâşeret ise, temel prensiplerde İslâm'dan ayrılmamak şartıyla, şekil ve görünüm itibariyle birbirinden farklı coğrafya, iklim ve toplumlarda az-çok farklılıklar arz edebilir. Mesela Cenab-ı Allah buyuruyor ki: "Sadakaları açıktan vermek güzeldir, fakat (nezaketen) gizli vermek daha güzeldir…" Âdâb'a riayetsizliğin müeyyidesi, ahkâm ve ahlâkta olduğu gibi zorlayıcı olmayıp o andaki davranışın ortaya koyduğu nezaketsizliğin Yüce Allah ve insanların yanında mü'mine getireceği mahcûbiyet olabileceği gibi; bazen de şahsın kabalık ve görgüsüzlükle nitelendirilmesine; bilhassa Rasûlullah'la ilgili nezaketsizliklerin salih amellerin tamamen silinmesine de sebep olabilir.
Âdâb-ı Muâşeret, insana, cemiyet içerisinde saygın bir birey olarak yaşayabilmek için lâzım olan nezâket kurallarını öğreten, insanî ilişkilerde uyulacak ölçülü ve nazik davranışların şeklini ortaya koyan, şahsı toplum içerisinde erdemli ve hürmete lâyık kılan söz, iş ve davranış biçimlerini kapsayan önemli bir disiplindir. Kur'an'da ahkâm ve ahlâk ile iç içe olup, aynı zamanda onların tamamlayıcısı durumunda olan muâşeret kuralları, düşünülerek söylenmiş sözleri anlamlı kılar, ölçülü hareketleri süsler, görünümü güzelleştirir, kişiye ayrı bir değer kazandırır.
Dinimizde emir ve yasaklara taallûk eden ahkâm aslî; âdâb-ı muâşeret ise fer'î değerlerdir. Diğer bir deyişle âdâb olmadan hükümler ve insanlar arası ilişkiler sürdürülebilirse de bunların güzelliğinden ve mükemmelliğinden söz etmek pek mümkün olmayabilir.
İslâm'da hükümler ve ahlâkî kurallar, genel anlamıyla, evrensel olup müeyyideleri kesindir. Ahlâkın pratiğe, diğer bir ifade ile söz, iş ve davranışlara yansıyan kısmını teşkil eden Âdâb-ı muâşeret ise, temel prensiplerde İslâm'dan ayrılmamak şartıyla, şekil ve görünüm itibariyle birbirinden farklı coğrafya, iklim ve toplumlarda az-çok farklılıklar arz edebilir. Mesela Cenab-ı Allah buyuruyor ki: "Sadakaları açıktan vermek güzeldir, fakat (nezaketen) gizli vermek daha güzeldir…" Âdâb'a riayetsizliğin müeyyidesi, ahkâm ve ahlâkta olduğu gibi zorlayıcı olmayıp o andaki davranışın ortaya koyduğu nezaketsizliğin Yüce Allah ve insanların yanında mü'mine getireceği mahcûbiyet olabileceği gibi; bazen de şahsın kabalık ve görgüsüzlükle nitelendirilmesine; bilhassa Rasûlullah'la ilgili nezaketsizliklerin salih amellerin tamamen silinmesine de sebep olabilir.