Serinin bir önceki kitapçığında din kavramını ele almış ve dinin, “dünyevi ve uhrevi karşılığının bulunduğu fıtrî ve teklifî bir düzen” anlamına geldiğini görmüştük. Yüce Yaratıcı her varlık için bir ölçü koymuştur. O'nun ölçülerinin tüm varlıklar üzerindeki tezahürleri vahiy yoluyla gerçekleşmektedir. Yüce Allah göklere, yere ve ikisi arasındakilere yaratılış ölçü ve gayelerini vahiyle bildirmiştir. İmtihana tabi tutulan insan ve cinler, diğer varlıkların aksine Rablerinin ölçü ve teklifine uyma ya da uymama tercihinde bulunurlar. Allah büyük bir lütufta bulunarak gönderdiği nebî olan rasullerle zaman zaman insanlara hatırlatmalarda bulunmuş, teklifini yineleyerek insanlara, tercihlerini gözden geçirme uyarısında bulunmuştur.
Muhammed (a.s.) ile nübüvvet sona ermiş, insanlık bitiş çizgisi hesap günü olan son dönemece girmiştir. Ancak gözden kaçırılan önemli bir husus vardır ki o da; Yüce Allah'ın, kullarıyla iletişiminin halen devam ediyor olmasıdır. O, sonsuz iyiliği ve bol ikramıyla, mümin-kafir, büyük-küçük, kadın-erkek her kuluyla sürekli konuşarak/iletişim kurarak onları uyarır, teşvik eder, hasılı kullarını yalnız bırakmaz. Zaten O şöyle buyurmuştur: “Yoksa insan başıboş bırakılacağını mı zannetmektedir!”(Kıyâmet 75/36)
Kur'ân bu bağlamda detaylı bilgiler verir; her insana Yüce Allah'ın sürekli ilhamda bulunduğundan, mesela Musa (a.s.)'ın annesine yapılan ilhamın ayrıntılarından bahseder. Yine Kur'ân Allah'ın rüyalar yoluyla kullarına bazı mesajlar verdiğinden, mesela Yusuf (a.s.)'ın, arkadaşlarının ve dönemin melikinin gördüğü rüyalardan ve bunların etkileyici sonuçlarından bahseder. Öte yandan Kur'ân'da, bazı meleklerin insan suretinde gönderilerek bazı mesajlarını kullarına ilettiğinden, bu bağlamda Meryem'e, İbrahim ve Lut (a.s.)'a gönderilen elçilerden söz edilir.
Risaletle ilgili vahiyden ayrı tutulan, katilik taşımayan ve kişisel tecrübelerle sınırlı olan bu Allah-kul arasındaki iletişimin doğru anlaşılmadığı, istismar edildiği, hatta geleneksel Kitap-Sünnet ilişkisinin bu çarpık yapı üzerine bina edildiği de ortadadır. Kur'ân dışı vahiy düşüncesi temellendirilirken risaletle ilgili vahiyden farkı gözetilmeden delil olarak sunulan bazı âyetlerin esasında iddiaya delil olamayacağı açıktır. Bu mütevazi çalışmada, özellikle bu hususa dikkat çekme gayesiyle vahiy kavramı ele alınmış ve bunun ileri okumalar için bir temel olması amaçlanmıştır.
Serinin bir önceki kitapçığında din kavramını ele almış ve dinin, “dünyevi ve uhrevi karşılığının bulunduğu fıtrî ve teklifî bir düzen” anlamına geldiğini görmüştük. Yüce Yaratıcı her varlık için bir ölçü koymuştur. O'nun ölçülerinin tüm varlıklar üzerindeki tezahürleri vahiy yoluyla gerçekleşmektedir. Yüce Allah göklere, yere ve ikisi arasındakilere yaratılış ölçü ve gayelerini vahiyle bildirmiştir. İmtihana tabi tutulan insan ve cinler, diğer varlıkların aksine Rablerinin ölçü ve teklifine uyma ya da uymama tercihinde bulunurlar. Allah büyük bir lütufta bulunarak gönderdiği nebî olan rasullerle zaman zaman insanlara hatırlatmalarda bulunmuş, teklifini yineleyerek insanlara, tercihlerini gözden geçirme uyarısında bulunmuştur.
Muhammed (a.s.) ile nübüvvet sona ermiş, insanlık bitiş çizgisi hesap günü olan son dönemece girmiştir. Ancak gözden kaçırılan önemli bir husus vardır ki o da; Yüce Allah'ın, kullarıyla iletişiminin halen devam ediyor olmasıdır. O, sonsuz iyiliği ve bol ikramıyla, mümin-kafir, büyük-küçük, kadın-erkek her kuluyla sürekli konuşarak/iletişim kurarak onları uyarır, teşvik eder, hasılı kullarını yalnız bırakmaz. Zaten O şöyle buyurmuştur: “Yoksa insan başıboş bırakılacağını mı zannetmektedir!”(Kıyâmet 75/36)
Kur'ân bu bağlamda detaylı bilgiler verir; her insana Yüce Allah'ın sürekli ilhamda bulunduğundan, mesela Musa (a.s.)'ın annesine yapılan ilhamın ayrıntılarından bahseder. Yine Kur'ân Allah'ın rüyalar yoluyla kullarına bazı mesajlar verdiğinden, mesela Yusuf (a.s.)'ın, arkadaşlarının ve dönemin melikinin gördüğü rüyalardan ve bunların etkileyici sonuçlarından bahseder. Öte yandan Kur'ân'da, bazı meleklerin insan suretinde gönderilerek bazı mesajlarını kullarına ilettiğinden, bu bağlamda Meryem'e, İbrahim ve Lut (a.s.)'a gönderilen elçilerden söz edilir.
Risaletle ilgili vahiyden ayrı tutulan, katilik taşımayan ve kişisel tecrübelerle sınırlı olan bu Allah-kul arasındaki iletişimin doğru anlaşılmadığı, istismar edildiği, hatta geleneksel Kitap-Sünnet ilişkisinin bu çarpık yapı üzerine bina edildiği de ortadadır. Kur'ân dışı vahiy düşüncesi temellendirilirken risaletle ilgili vahiyden farkı gözetilmeden delil olarak sunulan bazı âyetlerin esasında iddiaya delil olamayacağı açıktır. Bu mütevazi çalışmada, özellikle bu hususa dikkat çekme gayesiyle vahiy kavramı ele alınmış ve bunun ileri okumalar için bir temel olması amaçlanmıştır.