Kur’ân’ın Öğrettiği Kavramlar serisinin elinizdeki sayısında “nebî ve rasûl” kavramlarına kısaca değineceğiz.
Gelenekte pek çok Kur’ânî kavramın içi boşaltılmış, anlam derinliği yok edilmiştir ama nebî ve rasûl kavramlarının maruz kaldığı boyutta tahrifat eşine az rastlanır türdendir.
Kur’ân’ın yüzlerce âyetinin anlaşılmasında, Kitap-hikmet ilişkisinin doğru kurulmasında, yüzyıllardır devam eden “dinde kaynak” sorununun Kur’ânî bir zeminde çözülmesinde hayati önemi olan nebî ve rasûl kavramları arasındaki ilişki gelenekte Kur’ân’la örtüşmeyen bir şekilde kurulmuştur.
Bir takım kurgulardan hareketle rasûl, kendisine kitap verilen; nebî de daha önceki bir rasûle verilen kitabı tebliğ etmekle görevlendirilen kişi olarak tanımlanmış, her rasûl nebîdir ancak her nebî rasûl değildir şeklinde bir denklem kurulmuş ama bu denklemin Kur’ân âyetleriyle örtüşüp örtüşmediğin sağlaması yapılmamıştır.
Durum Türkçe mealler açısından daha da vahimdir. Çoğu mealde, âyetlerde geçen nebî ve rasûl kelimeleri yerine Kur‘ân’da geçmeyen ve Farsça bir kelime olan “peygamber” kelimesi kullanılmakta, âyetlerdeki iki kavram arasındaki anlam derinliği meallere yansıtılamamaktadır. Bir örnekle bunu göstermek istiyoruz. Diyanet Vakfı’na ait mealde A’râf sûresinin 157. âyetine şöyle anlam verilmiştir:
“Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber’e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber’e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr’a (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.”
Yukarıda meali verilen âyetin metninde geçen “الرَّسُولَالنَّبِيَّالْأُمِّيَّ” şeklindeki ifade “o elçiye, o ümmî Peygamber’e” olarak Türkçe’ye çevrilmiştir. Yani rasûl kelimesi elçi, nebî kelimesi de peygamber olarak dilimize aktarılmıştır. Bu kabul edilemez bir çeviridir. Aynı mealde İbrahim sûresinin 4. âyeti dilimize şöyle çevrilmiştir:
“(Allah’ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir.”
Âyetin metninde rasûl kelimesi geçmesine rağmen bu defa aynı mealde rasûl kelimesine de peygamber anlamı verilmiştir.
Serinin elinizdeki sayısında bu önemli iki kavramı Kur’ân’dan hareketle genel olarak ele alarak bu konuda bir hassasiyetin oluşmasını hedeflemekteyiz.
- Dr. Fatih Orum
Kur’ân’ın Öğrettiği Kavramlar serisinin elinizdeki sayısında “nebî ve rasûl” kavramlarına kısaca değineceğiz.
Gelenekte pek çok Kur’ânî kavramın içi boşaltılmış, anlam derinliği yok edilmiştir ama nebî ve rasûl kavramlarının maruz kaldığı boyutta tahrifat eşine az rastlanır türdendir.
Kur’ân’ın yüzlerce âyetinin anlaşılmasında, Kitap-hikmet ilişkisinin doğru kurulmasında, yüzyıllardır devam eden “dinde kaynak” sorununun Kur’ânî bir zeminde çözülmesinde hayati önemi olan nebî ve rasûl kavramları arasındaki ilişki gelenekte Kur’ân’la örtüşmeyen bir şekilde kurulmuştur.
Bir takım kurgulardan hareketle rasûl, kendisine kitap verilen; nebî de daha önceki bir rasûle verilen kitabı tebliğ etmekle görevlendirilen kişi olarak tanımlanmış, her rasûl nebîdir ancak her nebî rasûl değildir şeklinde bir denklem kurulmuş ama bu denklemin Kur’ân âyetleriyle örtüşüp örtüşmediğin sağlaması yapılmamıştır.
Durum Türkçe mealler açısından daha da vahimdir. Çoğu mealde, âyetlerde geçen nebî ve rasûl kelimeleri yerine Kur‘ân’da geçmeyen ve Farsça bir kelime olan “peygamber” kelimesi kullanılmakta, âyetlerdeki iki kavram arasındaki anlam derinliği meallere yansıtılamamaktadır. Bir örnekle bunu göstermek istiyoruz. Diyanet Vakfı’na ait mealde A’râf sûresinin 157. âyetine şöyle anlam verilmiştir:
“Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber’e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber’e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr’a (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.”
Yukarıda meali verilen âyetin metninde geçen “الرَّسُولَالنَّبِيَّالْأُمِّيَّ” şeklindeki ifade “o elçiye, o ümmî Peygamber’e” olarak Türkçe’ye çevrilmiştir. Yani rasûl kelimesi elçi, nebî kelimesi de peygamber olarak dilimize aktarılmıştır. Bu kabul edilemez bir çeviridir. Aynı mealde İbrahim sûresinin 4. âyeti dilimize şöyle çevrilmiştir:
“(Allah’ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir.”
Âyetin metninde rasûl kelimesi geçmesine rağmen bu defa aynı mealde rasûl kelimesine de peygamber anlamı verilmiştir.
Serinin elinizdeki sayısında bu önemli iki kavramı Kur’ân’dan hareketle genel olarak ele alarak bu konuda bir hassasiyetin oluşmasını hedeflemekteyiz.
- Dr. Fatih Orum