"Tarihin en caniyane yüzyılı” olan 20. yüzyıl, onca savaş, yıkım ve sömürüyle beraber bir dizi uluslararası hukuk kurumunu da bizlere “armağan etti”. Tüm devletlerin ve elbette halkların eşit olduğunu vazeden bu kurumlar emperyalistlerin düzenlemelerinden mi ibaretti yoksa “kapitalist küreselleşmenin kurbanlarının göreli zaferlerinin” mi sonucuydu? Uluslararası otoritelerin yaptığı yargılamalarda sanık koltuğunda oturanlar galipler miydi, madunlar mı? Wallerstein’ın ifadesiyle “kişisel ve kolektif hayatlarında en büyük bedelleri ödeyen” halklar için bu kurumlar ve yargılamalar işlevli oldular mı?
Küresel Adalet, bu sorulara uluslararası yargılamaları inceleyerek cevap vermeye çalışırken diğer yandan kapitalist dünya-sistemin 16. yüzyıldan çağımıza taşıdığı Avrupa-merkezcilik ile bir hesaplaşmaya girişiyor. Bu bağlamda uluslararası ceza yargılamalarının Nürnberg’den başlayarak daimî Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurulmasıyla devam eden serüveni eleştirel bir perspektifle inceleniyor. Bağımlılık okulunun Marksist temsilcilerinin ve özel olarak dünya-sistemleri analizinin sunduğu zengin çerçeve çalışmaya yol gösterirken uygulanan “adalet”in evrenselliğinin tartışılması için de bizlere kapı aralıyor.
"Tarihin en caniyane yüzyılı” olan 20. yüzyıl, onca savaş, yıkım ve sömürüyle beraber bir dizi uluslararası hukuk kurumunu da bizlere “armağan etti”. Tüm devletlerin ve elbette halkların eşit olduğunu vazeden bu kurumlar emperyalistlerin düzenlemelerinden mi ibaretti yoksa “kapitalist küreselleşmenin kurbanlarının göreli zaferlerinin” mi sonucuydu? Uluslararası otoritelerin yaptığı yargılamalarda sanık koltuğunda oturanlar galipler miydi, madunlar mı? Wallerstein’ın ifadesiyle “kişisel ve kolektif hayatlarında en büyük bedelleri ödeyen” halklar için bu kurumlar ve yargılamalar işlevli oldular mı?
Küresel Adalet, bu sorulara uluslararası yargılamaları inceleyerek cevap vermeye çalışırken diğer yandan kapitalist dünya-sistemin 16. yüzyıldan çağımıza taşıdığı Avrupa-merkezcilik ile bir hesaplaşmaya girişiyor. Bu bağlamda uluslararası ceza yargılamalarının Nürnberg’den başlayarak daimî Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurulmasıyla devam eden serüveni eleştirel bir perspektifle inceleniyor. Bağımlılık okulunun Marksist temsilcilerinin ve özel olarak dünya-sistemleri analizinin sunduğu zengin çerçeve çalışmaya yol gösterirken uygulanan “adalet”in evrenselliğinin tartışılması için de bizlere kapı aralıyor.