Leyla Şerif Emin, Türkçenin Rumeli Yakası isimli bu eserini üç ana bölümde kompoze etmiş. Zaten kitabın başlığı, bu üç alt başlığı fısıldıyor peşinen: İnsan, dil, edebiyat. Ki bu üç temel kavram, zaten bir kültürü, bir coğrafyayı, bir coğrafyanın hayat şeklini en iyi aksettiren ayna... Dil ise belki de bunların en mühimidir, zira “insan”ı belirleyen, şekillendiren bir aygıttır dil. İnsan, birbiriyle uyumlu çalıştığında asıl ve anlamlı semeresini veren akıl ve dille insandır. Çünkü insan olmanın mazhariyeti ve mesuliyeti, akıl ve dilin müşterek mesaisiyle ikrar ve idrak edilir.
Türkçe hâlâ suyun iki tarafını kopmaz bağlarla bağlamakta; kelimeler ve kelimelerin arkasına gizlenmiş gelenekler, örfler, hayat biçimleri yani kısaca kültürümüz ve medeniyetimiz, Türkçe sayesinde tamlığını ve insicamını sürdürmektedir. Bugün bütün engellere, bütün güçlüklere rağmen Balkan topraklarında, özellikle Bulgaristan’da, Batı Trakya’da, Makedonya ve Kosova’da şair ve yazarların birer dil nöbetçisi, birer dil işçisi sıfatıyla yazmaları ve üretmeleri, dergiler çıkartmaları, sanal ortamlar kurmaları, radyo programları düzenlemeleri hatta televizyonlarda Türk- çenin ve Türk kültürünün varlığını yaşatmaları çok büyük bir mânâ ifade etmektedir. Esasen Balkanlara gitmemiş, Balkanları görmemiş, bir Rumeli Türk’ünün varlık kavgasını dil üzerinden yapışını gözlemlememiş insanların bu gerçeği anlaması çok kolay değildir.
Merhum Mimar Dr. Ekrem Hakkı Ayverdi, Türkiye’de dil tasfiyesi zamanlarında her gün Arapça ve Farsça kökenli olması yüzünden Türkçeden atılan kelimelerin ardından şöyle söylermiş: “Türkçeden her gün bir kelime atıldığında bir çocuğumu kaybetmiş kadar üzülüyorum.” Biz de bugün bir Balkanlı Türk şairin/yazarın yeni bir şiirini okuduğumuzda veya yeni bir kitabını elimize aldığımızda bir çocuğumuz olmuş gibi seviniyor; dilimiz, edebiyatımız ve medeniyetimiz namına övünüyor ve şükrediyoruz.
Leyla Şerif Emin, Türkçenin Rumeli Yakası isimli bu eserini üç ana bölümde kompoze etmiş. Zaten kitabın başlığı, bu üç alt başlığı fısıldıyor peşinen: İnsan, dil, edebiyat. Ki bu üç temel kavram, zaten bir kültürü, bir coğrafyayı, bir coğrafyanın hayat şeklini en iyi aksettiren ayna... Dil ise belki de bunların en mühimidir, zira “insan”ı belirleyen, şekillendiren bir aygıttır dil. İnsan, birbiriyle uyumlu çalıştığında asıl ve anlamlı semeresini veren akıl ve dille insandır. Çünkü insan olmanın mazhariyeti ve mesuliyeti, akıl ve dilin müşterek mesaisiyle ikrar ve idrak edilir.
Türkçe hâlâ suyun iki tarafını kopmaz bağlarla bağlamakta; kelimeler ve kelimelerin arkasına gizlenmiş gelenekler, örfler, hayat biçimleri yani kısaca kültürümüz ve medeniyetimiz, Türkçe sayesinde tamlığını ve insicamını sürdürmektedir. Bugün bütün engellere, bütün güçlüklere rağmen Balkan topraklarında, özellikle Bulgaristan’da, Batı Trakya’da, Makedonya ve Kosova’da şair ve yazarların birer dil nöbetçisi, birer dil işçisi sıfatıyla yazmaları ve üretmeleri, dergiler çıkartmaları, sanal ortamlar kurmaları, radyo programları düzenlemeleri hatta televizyonlarda Türk- çenin ve Türk kültürünün varlığını yaşatmaları çok büyük bir mânâ ifade etmektedir. Esasen Balkanlara gitmemiş, Balkanları görmemiş, bir Rumeli Türk’ünün varlık kavgasını dil üzerinden yapışını gözlemlememiş insanların bu gerçeği anlaması çok kolay değildir.
Merhum Mimar Dr. Ekrem Hakkı Ayverdi, Türkiye’de dil tasfiyesi zamanlarında her gün Arapça ve Farsça kökenli olması yüzünden Türkçeden atılan kelimelerin ardından şöyle söylermiş: “Türkçeden her gün bir kelime atıldığında bir çocuğumu kaybetmiş kadar üzülüyorum.” Biz de bugün bir Balkanlı Türk şairin/yazarın yeni bir şiirini okuduğumuzda veya yeni bir kitabını elimize aldığımızda bir çocuğumuz olmuş gibi seviniyor; dilimiz, edebiyatımız ve medeniyetimiz namına övünüyor ve şükrediyoruz.