“Şimdi gözlüklerimi çıkarıp masaya koyuyorum ve karşımda duran adam sanki orada yokmuş da ben onu hayal ediyormuşum gibi bakıyorum. Üzerimde sonsuz bir rehavet ve uçsuz bucaksız bir ukalalık mevcut. Pencereden görülebilen yalnız morarmış bulutlar. Gün can veriyor. Bu durumda yığınla insan fotoğraf çeker. Bu adam gözyaşı döküyor. Ben, diyor, asla böyle müthiş bir biçimde ölemeyeceğim. Ben üşüyorum. Dirseklerimi masaya dayıyorum, burnumu kaldırıyorum ve teşekkür ederim fakat süremiz bitti diyorum. Bu günlüklerin hemen şimdi yakılması gerek. Daha fazla bu cızırtıları dinleyemeyeceğim. Bu kokuya tahammül edemeyeceğim.
Hemen kapıyı kapatıp ağlıyorum. Sıkıcı alışkanlıklarım. Terk edilmesi kolay ve de mümkün, fakat yine de bu kapının dibinde büzülüp ağlamak devam ediyor. Söylemem gereken şeyleri bir yürümek esnasında tek tek mezar taşlarına dağıtıyorum; pespaye, cılkı çıkmış cümleleri ve tüm farazi içtenlik zımbırtılarını. Sanırım kayda değer bir cehaletim bile yok.”
“Şimdi gözlüklerimi çıkarıp masaya koyuyorum ve karşımda duran adam sanki orada yokmuş da ben onu hayal ediyormuşum gibi bakıyorum. Üzerimde sonsuz bir rehavet ve uçsuz bucaksız bir ukalalık mevcut. Pencereden görülebilen yalnız morarmış bulutlar. Gün can veriyor. Bu durumda yığınla insan fotoğraf çeker. Bu adam gözyaşı döküyor. Ben, diyor, asla böyle müthiş bir biçimde ölemeyeceğim. Ben üşüyorum. Dirseklerimi masaya dayıyorum, burnumu kaldırıyorum ve teşekkür ederim fakat süremiz bitti diyorum. Bu günlüklerin hemen şimdi yakılması gerek. Daha fazla bu cızırtıları dinleyemeyeceğim. Bu kokuya tahammül edemeyeceğim.
Hemen kapıyı kapatıp ağlıyorum. Sıkıcı alışkanlıklarım. Terk edilmesi kolay ve de mümkün, fakat yine de bu kapının dibinde büzülüp ağlamak devam ediyor. Söylemem gereken şeyleri bir yürümek esnasında tek tek mezar taşlarına dağıtıyorum; pespaye, cılkı çıkmış cümleleri ve tüm farazi içtenlik zımbırtılarını. Sanırım kayda değer bir cehaletim bile yok.”