Kelâm tarihinde teolojik bağlamda başlıca iki ahlâk teorisi öne çıkar. Allah’ın ahlâken aşkın (ahlâk üstü) bir varlık olduğunu savunan Eş‘arîlik ile O’nun tıpkı insanlar gibi ahlâkî sorumluluk sahibi bir özne olduğunu düşünen Mu‘tezile. Eş‘arîlere göre zâtı gereği yetkin bir varlık olan Allah’ın fiillerinde ahlâkîlik aramak anlamsızdır. Evrensel ahlâk yasası (adl) karşısında tüm özgür fâillerin eşit bir konumda bulunduğunu vurgulayan Mu‘tezile ise ahlâkın aynı zamanda bazı yükümlülükleri de (vücup) beraberinde getireceğinin farkındadır. Hanefî düşünce ortamında geliştirdiği “ilâhî hikmet” öğretisiyle İmam Mâtürîdî, her iki teorinin de doğurduğu ahlâkî ve teolojik mahzurlarından uzak bir yaklaşım sergilemeyi amaçlar. Ona göre Allah tam anlamıyla ahlâkî bir varlıktır. Bu durum kendisini sınırlamadığı gibi, O’na bir zorunluluk da yüklemez. Çünkü ahlâk (hikmet) Allah’ın iradî bir tercihi değildir, bilakis zâtî kemâlinin bir parçasıdır. Felsefenin “saf iyilik” olan tanrısına benzer biçimde, bu yorum da Allah’tan zulüm ve kötülüğün kaynaklanmayacağını garanti eder. Ancak O’nun hakîm oluşu, kulları üzerindeki irade ve tasarrufunun önünde bir engel teşkil etmez.
Kelâm tarihinde teolojik bağlamda başlıca iki ahlâk teorisi öne çıkar. Allah’ın ahlâken aşkın (ahlâk üstü) bir varlık olduğunu savunan Eş‘arîlik ile O’nun tıpkı insanlar gibi ahlâkî sorumluluk sahibi bir özne olduğunu düşünen Mu‘tezile. Eş‘arîlere göre zâtı gereği yetkin bir varlık olan Allah’ın fiillerinde ahlâkîlik aramak anlamsızdır. Evrensel ahlâk yasası (adl) karşısında tüm özgür fâillerin eşit bir konumda bulunduğunu vurgulayan Mu‘tezile ise ahlâkın aynı zamanda bazı yükümlülükleri de (vücup) beraberinde getireceğinin farkındadır. Hanefî düşünce ortamında geliştirdiği “ilâhî hikmet” öğretisiyle İmam Mâtürîdî, her iki teorinin de doğurduğu ahlâkî ve teolojik mahzurlarından uzak bir yaklaşım sergilemeyi amaçlar. Ona göre Allah tam anlamıyla ahlâkî bir varlıktır. Bu durum kendisini sınırlamadığı gibi, O’na bir zorunluluk da yüklemez. Çünkü ahlâk (hikmet) Allah’ın iradî bir tercihi değildir, bilakis zâtî kemâlinin bir parçasıdır. Felsefenin “saf iyilik” olan tanrısına benzer biçimde, bu yorum da Allah’tan zulüm ve kötülüğün kaynaklanmayacağını garanti eder. Ancak O’nun hakîm oluşu, kulları üzerindeki irade ve tasarrufunun önünde bir engel teşkil etmez.