Sadece birkaç bin yıldır medeniyetler yaratıyoruz; oysa milyonlarca yıllık bir arboreal becerimiz, daha sonra yüz binlerce yıllık savan yaşamımız ve on binlerce yıllık mağara yaşamı deneyimimiz var. İçimizdeki dikilen insansının, yabaninin ve mağara adamının kendimizi içine hapsettiğimiz beton şehirlere uyum sağlaması için henüz pek az süre tanınmıştır ve bu şehirler barınmadan başka güvenlik, hijyen, beslenme, sağlıklı kalma, iletişim, eş bulma ve üreme gibi bütün bir yaşam döngümüzü belirlemektedir ama biz içimizdeki mağara adamının çığlıklarına kulaklarımızı tıkayıp ayağımıza çok dar gelen bu pabuçlarla yol almaya devam ediyoruz.
“Medeniyet hastalıkları”nın bu evrimsel yanı hemen her zaman ve tamamen gözden kaçırılmaktadır. Üstelik bu yaşam tarzının zararları epidemiyolojik çalışmalarla gösterilmiştir ve artık iyi bilinmektedir. Doktorlar hastalarına abur cubur yememe, hareket etme ve sigarayı bırakma tavsiyeleri veriyorlar, bu tavsiyelerin sadece sonuncusu spesifik bir hedefe yöneliktir, diğerlerinin ne anlama geldiğini doktor da bilmez. Ama hiçbir doktor hastasına gökyüzünü seyretmeye zaman ayırmasını, daha erken yaşta çocuk sahibi olmasını, interneti çok kullanmamasını, geceleri ışıkları kısmasını ve erken uyumasını, çıplak ayakla yürümesini tavsiye etmemektedir.
Medeniyet hastalıklarının, beceriksiz avcının boomerangı gibi geri dönerek toplumumuza yüklediği maliyet kabul edilebilir olmaktan çok uzaktır ve tedaviyi ilaç reçeteleri ve genetik mühendisliği gibi pahalı çözüm arayışlarında değil, basit iki davranışın değiştirilmesinin başarılmasında aramak zorundayız: Hareket ve sağlıklı beslenme. Bisküvit krallarının servetlerini büyütmekten vazgeçmelerini bekleyemeyiz, ama ürünlerinin tüketilmesine tütün mamulleri gibi sınırlamalar getirilebilir. Motorlu araç üreticilerinin dayanılmaz baskısı ve araç sahibi olmaya duyduğumuz dizginlenemez istek, belki de genlerimiz, birlikte şehirlerimizi yaşanması neredeyse imkânsız zor çevrelere dönüştürüyor; yürümek ve bisiklete binmenin mümkün olduğu kentsel çevrelerin yaratılması aynı zamanda gürültü ve hava kirliliği gibi pek çok bağlı sorunun çözümüne katkıda bulunabilir. Yeni teşhis ve tedavi teknolojileriyle ve yeni ilaç araştırmalarıyla sadece bir kısır döngü yangınına odun taşımaktayız, parası ve zamanı olanlar kaybettikleri fitliklerini “gym” salonlarında ve anjiyo odalarında beyhude aramaktadırlar; bu bütçeler çok daha ucuz ve etkili koruyucu önlemlere ayrılırsa hem sağlık hem de verim çok daha kolaylıkla artırılabilir.
Medeniyet hastalıklarını kendi ellerimizle yarattık; ortadan kaldırılmaları da tamamen bizim davranışlarımıza bağlıdır ve başka sorumlu aramaktan vazgeçerek kendi bedenimiz, kişiliğimiz ve çevremize saygılı olmayı öğrenmekten başka çaremiz bulunmamaktadır.
Sadece birkaç bin yıldır medeniyetler yaratıyoruz; oysa milyonlarca yıllık bir arboreal becerimiz, daha sonra yüz binlerce yıllık savan yaşamımız ve on binlerce yıllık mağara yaşamı deneyimimiz var. İçimizdeki dikilen insansının, yabaninin ve mağara adamının kendimizi içine hapsettiğimiz beton şehirlere uyum sağlaması için henüz pek az süre tanınmıştır ve bu şehirler barınmadan başka güvenlik, hijyen, beslenme, sağlıklı kalma, iletişim, eş bulma ve üreme gibi bütün bir yaşam döngümüzü belirlemektedir ama biz içimizdeki mağara adamının çığlıklarına kulaklarımızı tıkayıp ayağımıza çok dar gelen bu pabuçlarla yol almaya devam ediyoruz.
“Medeniyet hastalıkları”nın bu evrimsel yanı hemen her zaman ve tamamen gözden kaçırılmaktadır. Üstelik bu yaşam tarzının zararları epidemiyolojik çalışmalarla gösterilmiştir ve artık iyi bilinmektedir. Doktorlar hastalarına abur cubur yememe, hareket etme ve sigarayı bırakma tavsiyeleri veriyorlar, bu tavsiyelerin sadece sonuncusu spesifik bir hedefe yöneliktir, diğerlerinin ne anlama geldiğini doktor da bilmez. Ama hiçbir doktor hastasına gökyüzünü seyretmeye zaman ayırmasını, daha erken yaşta çocuk sahibi olmasını, interneti çok kullanmamasını, geceleri ışıkları kısmasını ve erken uyumasını, çıplak ayakla yürümesini tavsiye etmemektedir.
Medeniyet hastalıklarının, beceriksiz avcının boomerangı gibi geri dönerek toplumumuza yüklediği maliyet kabul edilebilir olmaktan çok uzaktır ve tedaviyi ilaç reçeteleri ve genetik mühendisliği gibi pahalı çözüm arayışlarında değil, basit iki davranışın değiştirilmesinin başarılmasında aramak zorundayız: Hareket ve sağlıklı beslenme. Bisküvit krallarının servetlerini büyütmekten vazgeçmelerini bekleyemeyiz, ama ürünlerinin tüketilmesine tütün mamulleri gibi sınırlamalar getirilebilir. Motorlu araç üreticilerinin dayanılmaz baskısı ve araç sahibi olmaya duyduğumuz dizginlenemez istek, belki de genlerimiz, birlikte şehirlerimizi yaşanması neredeyse imkânsız zor çevrelere dönüştürüyor; yürümek ve bisiklete binmenin mümkün olduğu kentsel çevrelerin yaratılması aynı zamanda gürültü ve hava kirliliği gibi pek çok bağlı sorunun çözümüne katkıda bulunabilir. Yeni teşhis ve tedavi teknolojileriyle ve yeni ilaç araştırmalarıyla sadece bir kısır döngü yangınına odun taşımaktayız, parası ve zamanı olanlar kaybettikleri fitliklerini “gym” salonlarında ve anjiyo odalarında beyhude aramaktadırlar; bu bütçeler çok daha ucuz ve etkili koruyucu önlemlere ayrılırsa hem sağlık hem de verim çok daha kolaylıkla artırılabilir.
Medeniyet hastalıklarını kendi ellerimizle yarattık; ortadan kaldırılmaları da tamamen bizim davranışlarımıza bağlıdır ve başka sorumlu aramaktan vazgeçerek kendi bedenimiz, kişiliğimiz ve çevremize saygılı olmayı öğrenmekten başka çaremiz bulunmamaktadır.