“Bir varmış bir yokmuş. İnsanoğlu içinde insan azmış. Hoppala hoptan zıpla gel dolaptan. Sana bir elbise yaptırayım karpuz kabuktan. Düğmeleri çekirdek, ipliği rengarenk. Yatak döşek sereyim bitle pireden. Gel, konup göçelim dünya denen kümesten.”
Keşşaf Dede, “Masallara böyle başlanır.” derdi. Öyle olacak sandım. Ama o, gözlerimin taa içine baktı. Ölüleri yaşatan bir hüzünle sustu.
Ben de Şehriyar’ın hikâyelerinde susmuş, Şehrazat’ın yalnızlığında solmuş, keder bataklığının dibini bulmuş, Rüya Düzenbazının elinde oyuncak olmuş ve Ozan Darente’nin cehenneminde soğumuş bir kalemden çektim satırlarımı. Bundan sonrasını bilmiyorum. Bildiğim ve öğrendiğim tek bir şey var: “Yeryüzündeki bütün sözler yalnızca bir gerçeği anlatmak içindir.”
“Bir varmış bir yokmuş. İnsanoğlu içinde insan azmış. Hoppala hoptan zıpla gel dolaptan. Sana bir elbise yaptırayım karpuz kabuktan. Düğmeleri çekirdek, ipliği rengarenk. Yatak döşek sereyim bitle pireden. Gel, konup göçelim dünya denen kümesten.”
Keşşaf Dede, “Masallara böyle başlanır.” derdi. Öyle olacak sandım. Ama o, gözlerimin taa içine baktı. Ölüleri yaşatan bir hüzünle sustu.
Ben de Şehriyar’ın hikâyelerinde susmuş, Şehrazat’ın yalnızlığında solmuş, keder bataklığının dibini bulmuş, Rüya Düzenbazının elinde oyuncak olmuş ve Ozan Darente’nin cehenneminde soğumuş bir kalemden çektim satırlarımı. Bundan sonrasını bilmiyorum. Bildiğim ve öğrendiğim tek bir şey var: “Yeryüzündeki bütün sözler yalnızca bir gerçeği anlatmak içindir.”