Daha çok hayata karşı geliştirdiği karamsar bakış açısı ile biliniyor Alman filozof Arthur Schopenhauer (1788-1860). Oysa kendisi büyük bir sanatsever aynı zamanda, müziğe olan aşkı yazılarında ve düşüncelerinde ön plana çıkıyor. Schopenhauer, hayatın acı-tatmin döngüsü ile açıklanabilecek öz gerçeğini müzikte bulabileceğimizi savunuyor, o yüzden müzik dinleyen kişi bir anlamda “felsefe yapma” şansını elde ediyor ona göre. Müziğin ses ve titreşimlerden oluşan gizemli devinimini bu derecede naif şekilde tasvir etmesi, bambaşka bir Schopenhauer ortaya çıkarıyor, böylece iç dünyasını karamsarlık perdesi altına saklamış bu merhametli ve yalnız filozofla okuyucu arasında yeni ve daha yakın bir bağ oluşuveriyor. Kitap, Schopenhauer’un düşüncelerini; bir müzik öğrencisi olan ve piyano alanında gireceği mezuniyet sınavına hazırlanan Işık’ın günlüğüne yazdığı yazılar yoluyla okuyucuya aktarıyor. Piyano, hayatının çok büyük bir kısmını oluşturuyor Işık’ın ancak müzik tek ilgi alanı değil; hayat hakkında düşünmeyi, kendisinin, yaşamın ve müziğin gizemli yanlarını keşfetmeyi seviyor. Sınav heyecanı ile dolu bu yoğun dönemde, bir aile büyüğünün tavsiyesiyle Schopenhauer okumaya başlıyor ve okudukça tüm o sorgulamalar, derinleşme çabaları daha bir açıklığa kavuşuyor, yepyeni bir yol çiziliyor önünde Işık’ın; hayata karşı daha berrak bir bakış açısı ile aydınlanmış bir yol. Kitapta Schopenhauer’un müzik felsefesi alanına büyük katkı sağladığı sanat ve özellikle müzik ile ilgili fikirlerinin detaylı olarak açıklanmasının yanı sıra filozofun müzikle ilgili gerçek yaşantıları, genel felsefesinin bir özeti ve müzik felsefesine ilişkin kısa tarihsel bilgiler de mevcut. Işık’ın bir müzisyen olarak düşündükleri, hissettikleri ve yaşadıklarıyla okudukları arasında bağlantı kurmasının da filozofun düşüncelerinin daha derin şekilde kavranmasına katkıda bulunacağı umuluyor.
Daha çok hayata karşı geliştirdiği karamsar bakış açısı ile biliniyor Alman filozof Arthur Schopenhauer (1788-1860). Oysa kendisi büyük bir sanatsever aynı zamanda, müziğe olan aşkı yazılarında ve düşüncelerinde ön plana çıkıyor. Schopenhauer, hayatın acı-tatmin döngüsü ile açıklanabilecek öz gerçeğini müzikte bulabileceğimizi savunuyor, o yüzden müzik dinleyen kişi bir anlamda “felsefe yapma” şansını elde ediyor ona göre. Müziğin ses ve titreşimlerden oluşan gizemli devinimini bu derecede naif şekilde tasvir etmesi, bambaşka bir Schopenhauer ortaya çıkarıyor, böylece iç dünyasını karamsarlık perdesi altına saklamış bu merhametli ve yalnız filozofla okuyucu arasında yeni ve daha yakın bir bağ oluşuveriyor. Kitap, Schopenhauer’un düşüncelerini; bir müzik öğrencisi olan ve piyano alanında gireceği mezuniyet sınavına hazırlanan Işık’ın günlüğüne yazdığı yazılar yoluyla okuyucuya aktarıyor. Piyano, hayatının çok büyük bir kısmını oluşturuyor Işık’ın ancak müzik tek ilgi alanı değil; hayat hakkında düşünmeyi, kendisinin, yaşamın ve müziğin gizemli yanlarını keşfetmeyi seviyor. Sınav heyecanı ile dolu bu yoğun dönemde, bir aile büyüğünün tavsiyesiyle Schopenhauer okumaya başlıyor ve okudukça tüm o sorgulamalar, derinleşme çabaları daha bir açıklığa kavuşuyor, yepyeni bir yol çiziliyor önünde Işık’ın; hayata karşı daha berrak bir bakış açısı ile aydınlanmış bir yol. Kitapta Schopenhauer’un müzik felsefesi alanına büyük katkı sağladığı sanat ve özellikle müzik ile ilgili fikirlerinin detaylı olarak açıklanmasının yanı sıra filozofun müzikle ilgili gerçek yaşantıları, genel felsefesinin bir özeti ve müzik felsefesine ilişkin kısa tarihsel bilgiler de mevcut. Işık’ın bir müzisyen olarak düşündükleri, hissettikleri ve yaşadıklarıyla okudukları arasında bağlantı kurmasının da filozofun düşüncelerinin daha derin şekilde kavranmasına katkıda bulunacağı umuluyor.