Çile'yi ve Bir Adam Yaratmak oyununu birlikte düşünüyorum. Üstad'ın hayatının en önemli dönemecini simgeleyen, tespit, teşrih ve tasni eden bu iki eser, müthiş biçimde aklımı kurcalıyor. Üstad neler yaşamış, neler hissetmiş, hangi badirelerden geçmiş, hangi vartaları atlatmış; şiirden bunları devşirmeğe çalışıyorum. Cüce şair ve büyük sanatkâr kavramları kafamda dönüp duruyor. Bir tek mısraı bütün bir Türk şiirini kurtaracak kadar büyük bir şair olarak anılmakta iken daha, daha, daha büyük bir sanatkârlığa niçin ve nasıl soyunduğunu anlamaya çalışıyorum. Bu büyük sanatkârlığı kavramaya cehdediyorum.
Elimin altında kütüphane filan yok. Bu anlamda tamamen özgürüm. Bir şeyler yazacaksam, bu, tamamen algılarımla olacak. Elimde Çile metni var ve daha başka şiirler... Belki birkaç dergi, birkaç kitap... Özgürüm, diyorum, çünkü zihnimi dışardan hiçbir şey yönlendirmiyor. Ama yaşadığım bir dünya var. Etrafımı saran bir dar boğaz var. Penceremden bakınca gördüğüm karla kaplı boğaz değil bu; düşündükçe üzerime abanan bir sosyal ortam. Bir tarih, bir coğrafya, bir edebiyat, bir siyasa, bir kültür ve hatta bir dünya... Sakarya şiirinde “Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?” diye sorduğuna göre şair, dünya ölçeğinde bir algımın olması gerekiyor. Çile'yi sadece Necip Fazıl'ın bir macerası olarak değil, bir toplumun macerası olarak algılamaya başlıyorum. Sezai Karakoç'un Tahanın Kitabı'nı ve İsmet Özel'in Amentü şiirini de Çile'nin yanına koyuyorum. Birine bakarak diğerini, diğerine bakarak öbürünü anlamlandırmaya çalışıyorum. Bana öyle geliyor ki bozulmamış dağlardan, dağ pınarlarından beslene beslene kendine gelen Taha, kendisini olgunlaştıran çilesini çeke çeke amentüsüne doğru yol alıyordu.
Çile'yi ve Bir Adam Yaratmak oyununu birlikte düşünüyorum. Üstad'ın hayatının en önemli dönemecini simgeleyen, tespit, teşrih ve tasni eden bu iki eser, müthiş biçimde aklımı kurcalıyor. Üstad neler yaşamış, neler hissetmiş, hangi badirelerden geçmiş, hangi vartaları atlatmış; şiirden bunları devşirmeğe çalışıyorum. Cüce şair ve büyük sanatkâr kavramları kafamda dönüp duruyor. Bir tek mısraı bütün bir Türk şiirini kurtaracak kadar büyük bir şair olarak anılmakta iken daha, daha, daha büyük bir sanatkârlığa niçin ve nasıl soyunduğunu anlamaya çalışıyorum. Bu büyük sanatkârlığı kavramaya cehdediyorum.
Elimin altında kütüphane filan yok. Bu anlamda tamamen özgürüm. Bir şeyler yazacaksam, bu, tamamen algılarımla olacak. Elimde Çile metni var ve daha başka şiirler... Belki birkaç dergi, birkaç kitap... Özgürüm, diyorum, çünkü zihnimi dışardan hiçbir şey yönlendirmiyor. Ama yaşadığım bir dünya var. Etrafımı saran bir dar boğaz var. Penceremden bakınca gördüğüm karla kaplı boğaz değil bu; düşündükçe üzerime abanan bir sosyal ortam. Bir tarih, bir coğrafya, bir edebiyat, bir siyasa, bir kültür ve hatta bir dünya... Sakarya şiirinde “Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?” diye sorduğuna göre şair, dünya ölçeğinde bir algımın olması gerekiyor. Çile'yi sadece Necip Fazıl'ın bir macerası olarak değil, bir toplumun macerası olarak algılamaya başlıyorum. Sezai Karakoç'un Tahanın Kitabı'nı ve İsmet Özel'in Amentü şiirini de Çile'nin yanına koyuyorum. Birine bakarak diğerini, diğerine bakarak öbürünü anlamlandırmaya çalışıyorum. Bana öyle geliyor ki bozulmamış dağlardan, dağ pınarlarından beslene beslene kendine gelen Taha, kendisini olgunlaştıran çilesini çeke çeke amentüsüne doğru yol alıyordu.