Penceremden bakıyorum: mavi deniz, palmiyeler, bahçeler, birbirinden güzel köşkler, ufukta kotralar...
San Remo’nun bu manzarası cenneti andırıyor.
Fakat ben, cennette değilim; bu manzarayı cehennemin bir köşesinden görüyorum. Kendime mahsus bir cehennem...
Bulunduğum katın bir odasında bir tabut var. Günlerden beri duruyor. Bu tabutta Osmanlı hanedanının son hükümdarı Altıncı Mehmet yatıyor.
Mehmet Vahdettin, benim kocam... Talihin “hayat yoldaşı” diye karşıma çıkardığı insan...
Ölümüne acıyor muyum? Bilmem... Ortada birdenbire kırılmış alışkanlıkların boşluğu var. Bu boşluğu etrafımda duyuyorum. Fakat bendeki asıl kuvvetli his, acımaktan fazla gıpta etmek...
“Ne mutlu ona, diyorum; ölüm gibi bir nimete kavuştu.”
Penceremden bakıyorum: mavi deniz, palmiyeler, bahçeler, birbirinden güzel köşkler, ufukta kotralar...
San Remo’nun bu manzarası cenneti andırıyor.
Fakat ben, cennette değilim; bu manzarayı cehennemin bir köşesinden görüyorum. Kendime mahsus bir cehennem...
Bulunduğum katın bir odasında bir tabut var. Günlerden beri duruyor. Bu tabutta Osmanlı hanedanının son hükümdarı Altıncı Mehmet yatıyor.
Mehmet Vahdettin, benim kocam... Talihin “hayat yoldaşı” diye karşıma çıkardığı insan...
Ölümüne acıyor muyum? Bilmem... Ortada birdenbire kırılmış alışkanlıkların boşluğu var. Bu boşluğu etrafımda duyuyorum. Fakat bendeki asıl kuvvetli his, acımaktan fazla gıpta etmek...
“Ne mutlu ona, diyorum; ölüm gibi bir nimete kavuştu.”