Nûrü'l-Beyân, Kur'ân-ı Kerîm Tefsîrinin Türkçe Tercemesi adlı eser, Osmanlı'nın son dönem, Cumhuriyet'in ise ilk tefsir/tercüme faaliyetlerinden birisi olarak yayınlamıştır.
Hüseyin Kâzım, Nûrü'l-Beyân'ın yayınlanma gayesi olarak; bulunduğu dönemde hayatın gittikçe hızlandığını ve zorlaştığını, insanların Kur'an'ı okumak ve anlamak için yeteri kadar zaman bulamadıkların belirtir. Bu durum dînî bilgilenme işini iyice zorlaştırmaktadır. Ayrıca Trablusgarp (1911), Balkan (1912), Dünya Savaşı (1914) ve Milli Mücadele (1919) nedeniyle süren uzun savaş döneminde birçok yetkin insanın kaybından ve yeni insan yetiştirmek için hızlı bir model arayışından bahseder. Kısa sürede büyük miktarda bilgi edinmek için kısaltılmış, faydalı ve dönemin zihnine hitap eden, çalışılması kolay, Türkler için Türkçe yazılmış bir Kur'an tefsiri ihtiyacı vardır.
Sebülürreşad'da Eşref Edib ve dönemin Diyanet İşleri Başkanı Rıfat (Börekçi), Nûrü'l-Beyân için eleştiriler kaleme almışlardır. “Kur'ân tercümesi, engin tefsir geleneğine vekâlet etmelidir.” şeklinde düşünen Hüseyin Kâzım; çalışmaya getirilen eleştirilerin hakkaniyetsiz olduğunu belirten bir dizi cevap yazmıştır. Hatta beş tefsiri özetledikleri bu çalışmada, tefsirlerin yorumuna katılmadıkları yerde, usullerinden taviz vererek bir tefsiri seçmişler ve kendi görüşlerini de dipnot olarak girmişlerdir.
Hüseyin Kâzım Kadri, ekip olarak hazırladıkları Kur'ân-ı Kerîm tercümesinde amaçlarının edebî değeri yüksek bir metin ortaya koymak değil, herkesin anlayabileceği bir düzeyde vahyin anlamını olduğu gibi nakledecek tefsiri seçmek olarak vurgulamıştır. Müşkülpesent ve ayrıntılarda boğulan eleştiriler Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılabilir olma gâyesini engellemektedir.
Hüseyin Kazım Kadri, metni kaleme alırken kendisinin din dilinin ifade konusunda eksik olduğunu düşünerek, çalışmayı Ayıntablı Mustafa Efendi'nin kaleme almasını sağlar. Bu çalışma, hem yazarın muhalif duruşu hem de dönemin tercüme tartışmaları içerisinde çok farklı eleştirilere tabi tutulmuştur. Ama hem çalışmayı günümüz alfabesine aktaran Prof. Dr. Ömer Mahir Alper'in yazdığı önsöz okunduğunda hem de Nûrü'l-Beyân tetkik edildiğinde görülecektir ki; eleştiri sahiplerinin çoğu metni okumamış, kendi kabulleri üzerinden eseri ve müellifini yargılamışlardır.
Vadi Yayınları olarak, tarihin tozlu rafları arasında gaip olmuş bu eserin hâlâ önemini koruduğunu düşünmekteyiz. Bu anlamda Nûrü'l-Beyân; Kur'ân-ı Kerîm'in Türkçe yazılmış kısa ve muhtasar bir tefsiridir. Daha önce yazılmış tefsirlerin tercümesi olarak değil; o tefsirlerin tercih edilen yorumlarının yeniden derlenmesi ile ortaya çıkmıştır. Tefsiri hazırlayanlar; klasik tefsirlerin yorumlarına katılmasalar bile, sırf tefsirlerin özetini yakalama gayesi ile kendi yorumlarını eklemek yerine klasik tefsirleri tercih etmişlerdir. Nûrü'l-Beyân müellifleri Kur'ân-ı Kerîm'i, modern ihtiyaçlara göre veya aydınlanmacı düşünsel çerçevede tefsir etmemişlerdir. Âyeti âyetle tefsir etme yolunu tercih eden bu çalışma, Kur'ân-ı Kerîm'in bütünlüğünü gözeten bir tercihle kaleme alınmıştır.
Nûrü'l-Beyân, Kur'ân-ı Kerîm Tefsîrinin Türkçe Tercemesi adlı eser, Osmanlı'nın son dönem, Cumhuriyet'in ise ilk tefsir/tercüme faaliyetlerinden birisi olarak yayınlamıştır.
Hüseyin Kâzım, Nûrü'l-Beyân'ın yayınlanma gayesi olarak; bulunduğu dönemde hayatın gittikçe hızlandığını ve zorlaştığını, insanların Kur'an'ı okumak ve anlamak için yeteri kadar zaman bulamadıkların belirtir. Bu durum dînî bilgilenme işini iyice zorlaştırmaktadır. Ayrıca Trablusgarp (1911), Balkan (1912), Dünya Savaşı (1914) ve Milli Mücadele (1919) nedeniyle süren uzun savaş döneminde birçok yetkin insanın kaybından ve yeni insan yetiştirmek için hızlı bir model arayışından bahseder. Kısa sürede büyük miktarda bilgi edinmek için kısaltılmış, faydalı ve dönemin zihnine hitap eden, çalışılması kolay, Türkler için Türkçe yazılmış bir Kur'an tefsiri ihtiyacı vardır.
Sebülürreşad'da Eşref Edib ve dönemin Diyanet İşleri Başkanı Rıfat (Börekçi), Nûrü'l-Beyân için eleştiriler kaleme almışlardır. “Kur'ân tercümesi, engin tefsir geleneğine vekâlet etmelidir.” şeklinde düşünen Hüseyin Kâzım; çalışmaya getirilen eleştirilerin hakkaniyetsiz olduğunu belirten bir dizi cevap yazmıştır. Hatta beş tefsiri özetledikleri bu çalışmada, tefsirlerin yorumuna katılmadıkları yerde, usullerinden taviz vererek bir tefsiri seçmişler ve kendi görüşlerini de dipnot olarak girmişlerdir.
Hüseyin Kâzım Kadri, ekip olarak hazırladıkları Kur'ân-ı Kerîm tercümesinde amaçlarının edebî değeri yüksek bir metin ortaya koymak değil, herkesin anlayabileceği bir düzeyde vahyin anlamını olduğu gibi nakledecek tefsiri seçmek olarak vurgulamıştır. Müşkülpesent ve ayrıntılarda boğulan eleştiriler Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılabilir olma gâyesini engellemektedir.
Hüseyin Kazım Kadri, metni kaleme alırken kendisinin din dilinin ifade konusunda eksik olduğunu düşünerek, çalışmayı Ayıntablı Mustafa Efendi'nin kaleme almasını sağlar. Bu çalışma, hem yazarın muhalif duruşu hem de dönemin tercüme tartışmaları içerisinde çok farklı eleştirilere tabi tutulmuştur. Ama hem çalışmayı günümüz alfabesine aktaran Prof. Dr. Ömer Mahir Alper'in yazdığı önsöz okunduğunda hem de Nûrü'l-Beyân tetkik edildiğinde görülecektir ki; eleştiri sahiplerinin çoğu metni okumamış, kendi kabulleri üzerinden eseri ve müellifini yargılamışlardır.
Vadi Yayınları olarak, tarihin tozlu rafları arasında gaip olmuş bu eserin hâlâ önemini koruduğunu düşünmekteyiz. Bu anlamda Nûrü'l-Beyân; Kur'ân-ı Kerîm'in Türkçe yazılmış kısa ve muhtasar bir tefsiridir. Daha önce yazılmış tefsirlerin tercümesi olarak değil; o tefsirlerin tercih edilen yorumlarının yeniden derlenmesi ile ortaya çıkmıştır. Tefsiri hazırlayanlar; klasik tefsirlerin yorumlarına katılmasalar bile, sırf tefsirlerin özetini yakalama gayesi ile kendi yorumlarını eklemek yerine klasik tefsirleri tercih etmişlerdir. Nûrü'l-Beyân müellifleri Kur'ân-ı Kerîm'i, modern ihtiyaçlara göre veya aydınlanmacı düşünsel çerçevede tefsir etmemişlerdir. Âyeti âyetle tefsir etme yolunu tercih eden bu çalışma, Kur'ân-ı Kerîm'in bütünlüğünü gözeten bir tercihle kaleme alınmıştır.