Süleyman, hiçbir şey söylemeden üzerinde yattığımız pamuklara doğru yürüdü, ben de arkasından.
Hava kararmıştı. Emek Çırçır Fabrikasının pamukları üzerine kendimizi attığımızda pek üzgündüm. Zaman geçtikçe etraftaki barakalarda ışıklar birbiri ardına sönüyor, ardından karanlık bir sel gibi üzerimize çullanırken ay ışığı kendini gösterdi. Gecenin serinliği içerisinde pamukların kokusu hissediliyordu. Uzandığımız yerden, ağaç dallarının arasından ay ışığı kayıyormuş gibi gözüküyordu. Dört günlük iş arama yeterdi artık. Ama şimdi eve, alıştığım eski köyüme ne yüzle dönmeliydim.
Artık zaman diye bir mevhum kalmamıştı. Sadece parasızlık korkusu ve umutsuzluk vardı. Yan yana ve sessizdik. İkimizin de yüreğinde düşünceler, bir aşağı bir yukarı gidip geliyordu.
Süleyman’a baktım “Yine bir üzüntüsü var ama bana söylemek istemiyor.” Diye düşündüm.
“Emmioğlu ben de para kalmadı. Sen de para var mı?” Diye sordum.
Çabuk çabuk konuşarak:
“Beş kuruşum kaldı amcaoğlu.”
Süleyman, hiçbir şey söylemeden üzerinde yattığımız pamuklara doğru yürüdü, ben de arkasından.
Hava kararmıştı. Emek Çırçır Fabrikasının pamukları üzerine kendimizi attığımızda pek üzgündüm. Zaman geçtikçe etraftaki barakalarda ışıklar birbiri ardına sönüyor, ardından karanlık bir sel gibi üzerimize çullanırken ay ışığı kendini gösterdi. Gecenin serinliği içerisinde pamukların kokusu hissediliyordu. Uzandığımız yerden, ağaç dallarının arasından ay ışığı kayıyormuş gibi gözüküyordu. Dört günlük iş arama yeterdi artık. Ama şimdi eve, alıştığım eski köyüme ne yüzle dönmeliydim.
Artık zaman diye bir mevhum kalmamıştı. Sadece parasızlık korkusu ve umutsuzluk vardı. Yan yana ve sessizdik. İkimizin de yüreğinde düşünceler, bir aşağı bir yukarı gidip geliyordu.
Süleyman’a baktım “Yine bir üzüntüsü var ama bana söylemek istemiyor.” Diye düşündüm.
“Emmioğlu ben de para kalmadı. Sen de para var mı?” Diye sordum.
Çabuk çabuk konuşarak:
“Beş kuruşum kaldı amcaoğlu.”