Urfa tarafından gelip, Evliya Çelebi’nin “şehr-i kadîm, hâlâ ülke-i azîm, vâdî-i Surûc” dediği Suruç Ovası’nın göründüğü noktada bir bahar günü güneşi arkanıza alıp ovayı seyrederseniz, ova uzayıp gider; adeta Suruç kazasının Osmanlı dönemindeki bütün topraklarını görürsünüz. Suruç şehir merkezi de dahil ovadaki bütün yerleşim alanları adeta ayağınızın altında gibi durur. Ancak bundan tam 372 yıl önce buraya uğrayan Evliya’nın gördüklerini düşündüğünüzde ovada bazı şeylerin eksik olduğunu fark edersiniz: Dut ağaçları ile ipek kozaları ve nar ağaçları. Şehir merkezine girdiğinizde ise eksikliklerin bunlarla sınırlı olmadığı daha fazlası olduğu görülür. Şehre ruh veren ve kimlik kazandıran tarihi eserlerin yokluğu hemen göze çarpar.
Geçmişi milattan öncesine kadar uzanan Suruç, tarih boyunca birçok devlete ve medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Hurri-Mitanni, Aramiler, Asurlular, Persler ve Seleukoslar… Hellenistik dönemi sonlarına doğru Suruç, Osrhoene Krallığına bağlı bir merkezdir. Roma İmparatorluğu zamanında diğer yerleşim birimi ile birlikte Edessa’ya ağlanmıştır. İslâm orduları yukarı Mezopotamya bölgesini fethederken, Ebu Ubeyde İyaz b. Ganem tarafından Roma İmparatorluğu’ndan alınmıştır. Abbasiler, Hamdaniler, Selçuklular, Haçlılar, Artuklular, Zengiler, Eyyubiler ve daha niceleri… Moğollar da eksik kalmadı, uğradılar ve şehri yağmaladılar. Diğer şehirlerin aksine Hülagu’ya direnmiş bu da şehir halkının tamamının öldürülmesine ve şehrin tahrip olmasıyla sonuçlanmıştır. Bu sırada Suruç tarih boyunca yaşadığının en kötüsünü yaşamış ve Ortaçağın meşhur şehri bu tarihten sonra bir daha toparlanamamıştır. 1516’da Suruç Haleb’e bağlı bütün kale ve şehirler ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu’na katılmış ve Birecik sancağının bir nahiyesi oldu. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde, Urfa sancağına bağlı bir kaza durumunda olan Suruç, Cumhuriyet’ten sonra ilçe merkezi haline getirilmiştir.
Urfa tarafından gelip, Evliya Çelebi’nin “şehr-i kadîm, hâlâ ülke-i azîm, vâdî-i Surûc” dediği Suruç Ovası’nın göründüğü noktada bir bahar günü güneşi arkanıza alıp ovayı seyrederseniz, ova uzayıp gider; adeta Suruç kazasının Osmanlı dönemindeki bütün topraklarını görürsünüz. Suruç şehir merkezi de dahil ovadaki bütün yerleşim alanları adeta ayağınızın altında gibi durur. Ancak bundan tam 372 yıl önce buraya uğrayan Evliya’nın gördüklerini düşündüğünüzde ovada bazı şeylerin eksik olduğunu fark edersiniz: Dut ağaçları ile ipek kozaları ve nar ağaçları. Şehir merkezine girdiğinizde ise eksikliklerin bunlarla sınırlı olmadığı daha fazlası olduğu görülür. Şehre ruh veren ve kimlik kazandıran tarihi eserlerin yokluğu hemen göze çarpar.
Geçmişi milattan öncesine kadar uzanan Suruç, tarih boyunca birçok devlete ve medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Hurri-Mitanni, Aramiler, Asurlular, Persler ve Seleukoslar… Hellenistik dönemi sonlarına doğru Suruç, Osrhoene Krallığına bağlı bir merkezdir. Roma İmparatorluğu zamanında diğer yerleşim birimi ile birlikte Edessa’ya ağlanmıştır. İslâm orduları yukarı Mezopotamya bölgesini fethederken, Ebu Ubeyde İyaz b. Ganem tarafından Roma İmparatorluğu’ndan alınmıştır. Abbasiler, Hamdaniler, Selçuklular, Haçlılar, Artuklular, Zengiler, Eyyubiler ve daha niceleri… Moğollar da eksik kalmadı, uğradılar ve şehri yağmaladılar. Diğer şehirlerin aksine Hülagu’ya direnmiş bu da şehir halkının tamamının öldürülmesine ve şehrin tahrip olmasıyla sonuçlanmıştır. Bu sırada Suruç tarih boyunca yaşadığının en kötüsünü yaşamış ve Ortaçağın meşhur şehri bu tarihten sonra bir daha toparlanamamıştır. 1516’da Suruç Haleb’e bağlı bütün kale ve şehirler ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu’na katılmış ve Birecik sancağının bir nahiyesi oldu. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde, Urfa sancağına bağlı bir kaza durumunda olan Suruç, Cumhuriyet’ten sonra ilçe merkezi haline getirilmiştir.