İlk kitabı Kilim’den sonra bu kez Örtü’yle selamlıyor okuru Uğur Demircan. Öykülerinde sır örtüleri her yanı sarıyor, aralıksız yağan kar kanın, kayıpların üstünü örtüyor ve pişmanlıklar sertçe dokunmuş kızgın bir kum örtüsü kadar can yakıyor. Günah kuyularına atılan kapkara taşların gizledikleriyle, serin suların son verdiği özlemlerle çiziyor kahramanlarını. Kavuran, donduran, boğucu ve ağır kumaşların altında, gerçeklikten kaçmadan oynatıyor kalemini.
“Koyu yeşil ve bulanık bir karanlık içindeydi artık Efe. Hızla kaçan hava baloncukları arasından yukarı baktı, hareketli bir cam bölme vardı sanki birkaç metre üstünde. Daha aydınlıktı orası. Dalgaları tersten görüyordu, aydınlığın hızla karardığını da. Batıyor, yukarı çıkamıyordu. İlk kez yakalandığı fırtına yüzünden paniklemiş, battıktan sonra korkuyla çırpınmış ama fayda etmemişti. Koyu yeşil ve daha da bulanık bir karanlık içinde yavaşça salınıyordu şimdi.”
İlk kitabı Kilim’den sonra bu kez Örtü’yle selamlıyor okuru Uğur Demircan. Öykülerinde sır örtüleri her yanı sarıyor, aralıksız yağan kar kanın, kayıpların üstünü örtüyor ve pişmanlıklar sertçe dokunmuş kızgın bir kum örtüsü kadar can yakıyor. Günah kuyularına atılan kapkara taşların gizledikleriyle, serin suların son verdiği özlemlerle çiziyor kahramanlarını. Kavuran, donduran, boğucu ve ağır kumaşların altında, gerçeklikten kaçmadan oynatıyor kalemini.
“Koyu yeşil ve bulanık bir karanlık içindeydi artık Efe. Hızla kaçan hava baloncukları arasından yukarı baktı, hareketli bir cam bölme vardı sanki birkaç metre üstünde. Daha aydınlıktı orası. Dalgaları tersten görüyordu, aydınlığın hızla karardığını da. Batıyor, yukarı çıkamıyordu. İlk kez yakalandığı fırtına yüzünden paniklemiş, battıktan sonra korkuyla çırpınmış ama fayda etmemişti. Koyu yeşil ve daha da bulanık bir karanlık içinde yavaşça salınıyordu şimdi.”