“Ayaklarım toprağın içindeydi. Hortumun ucundan akan su bulunduğu yeri iyice ıslatıp, çevresinde minik bir gölcük yaptıktan sonra mutlaka sızacak bir yol buluyordu. Önce incecik, ip gibi bir yolda ilerliyor, peşi sıra gelen suyla iki üç parmak derinliğinde bir kanal oluşturuyor, buradan ilerleyen su, bahçenin aşağılarına inerek fasulyelere kadar gidiyordu.”
Yarım kalan cümleleri, söyleyeceklerini susanların eksik parçalarını tamamlıyor Öznur Unat ilk kitabı Palaçinka’da. Yalnızlığın sınırını genişletiyor hiç eksilmeyen bir çay bardağıyla. Gülümsemesi, buruşuk bir gömlekle solmuş bir kadının fotoğrafını koyuyor önümüze. Hayallere tutunup yaşadığını hissetmeye çalışanların ağzına bir akide şekeri koyuyor, o eridikçe hayaller gerçek oluyor sanki.
Duru ve sakin bir seslenişle, seneleri sırtlanmış bir aşkın emanetleri, özenle saklanmış bir sırrın keskinliği dökülüyor satırlara. Öznur Unat, iyi ol, diyor okuruna. Hayatın acı tadına bir tabak palaçinka…
“Ayaklarım toprağın içindeydi. Hortumun ucundan akan su bulunduğu yeri iyice ıslatıp, çevresinde minik bir gölcük yaptıktan sonra mutlaka sızacak bir yol buluyordu. Önce incecik, ip gibi bir yolda ilerliyor, peşi sıra gelen suyla iki üç parmak derinliğinde bir kanal oluşturuyor, buradan ilerleyen su, bahçenin aşağılarına inerek fasulyelere kadar gidiyordu.”
Yarım kalan cümleleri, söyleyeceklerini susanların eksik parçalarını tamamlıyor Öznur Unat ilk kitabı Palaçinka’da. Yalnızlığın sınırını genişletiyor hiç eksilmeyen bir çay bardağıyla. Gülümsemesi, buruşuk bir gömlekle solmuş bir kadının fotoğrafını koyuyor önümüze. Hayallere tutunup yaşadığını hissetmeye çalışanların ağzına bir akide şekeri koyuyor, o eridikçe hayaller gerçek oluyor sanki.
Duru ve sakin bir seslenişle, seneleri sırtlanmış bir aşkın emanetleri, özenle saklanmış bir sırrın keskinliği dökülüyor satırlara. Öznur Unat, iyi ol, diyor okuruna. Hayatın acı tadına bir tabak palaçinka…