Kadınların aile yapısının neredeyse evrensel bir parçası olan annelikleri, bütün toplumlarda bildiğimiz şekliyle toplumsal cinsiyetin örgütlenmesine ve değer biçilmesine belirli özellikler kazandırmıştır, ebeveynlik düzenlemeleri kadar toplumsal cinsiyet sistemimiz de bize kapitalizm öncesi geçmişimizden miras kalmıştır. Aynı zamanda toplumsal cinsiyetin örgütlenmesinin ve değerlendirilmesinin belli özellikleri kendi toplumumuzda da önem kazanmıştır. Yaşadığımız şekliyle toplumsal cinsiyetin düzenlenmesi ve erkek egemenliği tarihin ürünleridir ve bunların tarihsel olarak anlaşılması gerekir. Kadınların annelikleri kadınların hayatlarının ve aile örgütlenmesinin temelini oluşturmaya devam etmektedir ve kadınlara dair ideoloji bu temelden doğmuştur.
Ancak endüstriyel kapitalizmin gelişimi bunu değiştirmiş, kadınların anneliğine ve erkek egemenliğine özel anlamlar yüklemiş, bunların önemlerini kendilerine özgü yollarla artırmıştır. Aynı baskılar, duygulanımların ve bağlanmanın inkârı, kadınların ve dişil şeylerin dünyasının reddi, erkeklerin dünyasının sahiplenilmesi, idealize edilmiş evde olmayan babayla özdeşleşme -hepsi de kadınların anneliğinin ürünü- toplumsal cinsiyet sistemi içinde erilliği ve erkek egemenliğini yaratır ve aynı zamanda erkekleri kapitalist iş dünyasının katılımcıları olarak var eder. Dolayısıyla, aile yapısının ve erkek egemenliğinin temelini oluşturan kadınların anneliğiyle kapitalizmin yeniden üretimi arasında içsel bir bağlantı gelişmiştir. Ancak cinsel eşitsizlik, toplumsal cinsiyetin örgütlenmesine ve kapitalizmin yeniden üretilmesine katkıda bulunurken, bir yandan da kapitalizmdeki son gelişmelerin bir başka sonucuyla, annelerin artan işgücüne katılımıyla derin bir çelişki içindedir. Bu çelişkinin nasıl çözüleceğini öngöremiyoruz. Tarihin, ideolojinin ve kadınlara iş gücü içinde uzun süreler boyunca ihtiyaç duydukları için alternatif çocuk bakımı düzenlemeleri yapan ülkelerin incelenmesi, ebeveynliğin yeniden düzenlenmesini merkezi bir siyasi hedef haline getirmediğimiz sürece kadınların hâlâ çocuk bakımından sorumlu olacaklarını işaret etmektedir.
Kadınların aile yapısının neredeyse evrensel bir parçası olan annelikleri, bütün toplumlarda bildiğimiz şekliyle toplumsal cinsiyetin örgütlenmesine ve değer biçilmesine belirli özellikler kazandırmıştır, ebeveynlik düzenlemeleri kadar toplumsal cinsiyet sistemimiz de bize kapitalizm öncesi geçmişimizden miras kalmıştır. Aynı zamanda toplumsal cinsiyetin örgütlenmesinin ve değerlendirilmesinin belli özellikleri kendi toplumumuzda da önem kazanmıştır. Yaşadığımız şekliyle toplumsal cinsiyetin düzenlenmesi ve erkek egemenliği tarihin ürünleridir ve bunların tarihsel olarak anlaşılması gerekir. Kadınların annelikleri kadınların hayatlarının ve aile örgütlenmesinin temelini oluşturmaya devam etmektedir ve kadınlara dair ideoloji bu temelden doğmuştur.
Ancak endüstriyel kapitalizmin gelişimi bunu değiştirmiş, kadınların anneliğine ve erkek egemenliğine özel anlamlar yüklemiş, bunların önemlerini kendilerine özgü yollarla artırmıştır. Aynı baskılar, duygulanımların ve bağlanmanın inkârı, kadınların ve dişil şeylerin dünyasının reddi, erkeklerin dünyasının sahiplenilmesi, idealize edilmiş evde olmayan babayla özdeşleşme -hepsi de kadınların anneliğinin ürünü- toplumsal cinsiyet sistemi içinde erilliği ve erkek egemenliğini yaratır ve aynı zamanda erkekleri kapitalist iş dünyasının katılımcıları olarak var eder. Dolayısıyla, aile yapısının ve erkek egemenliğinin temelini oluşturan kadınların anneliğiyle kapitalizmin yeniden üretimi arasında içsel bir bağlantı gelişmiştir. Ancak cinsel eşitsizlik, toplumsal cinsiyetin örgütlenmesine ve kapitalizmin yeniden üretilmesine katkıda bulunurken, bir yandan da kapitalizmdeki son gelişmelerin bir başka sonucuyla, annelerin artan işgücüne katılımıyla derin bir çelişki içindedir. Bu çelişkinin nasıl çözüleceğini öngöremiyoruz. Tarihin, ideolojinin ve kadınlara iş gücü içinde uzun süreler boyunca ihtiyaç duydukları için alternatif çocuk bakımı düzenlemeleri yapan ülkelerin incelenmesi, ebeveynliğin yeniden düzenlenmesini merkezi bir siyasi hedef haline getirmediğimiz sürece kadınların hâlâ çocuk bakımından sorumlu olacaklarını işaret etmektedir.