Türk modernleşmesi çerçevesinde, gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet dönemlerinde izlenilen politikalarda, örnek alınan modelin Fransız devrimi ve kazanımları olduğu elbette bir gerçektir.Dolayısıyla Türk Milliyetçiliği’nin şekillenmesine katkıda bulunan yadsınamaz unsurlardan Fransız Devrimi, elbette yeri geldiğinde anımsatılacaktır. Fakat burada vurgulanmak istenen husus, çalışmada, araştırma evreninin Türk Milliyetçiliği’nin modern veçhesiyle sınırlandırılmadığı, modern ve modern-öncesi gelişmelerin zıtlıklar/sürelikliler açısından karşılaştırmaya çalışılacağıdır. Böylelikle çalışmada sık sık devlet tarafından uygulanan pragmatik politikalar, “yeni hatırlanan/hatırlatılan milliyetçilik,”devlet milliyetçiliği-Kemalist milliyetçilik, sivil milliyetçilik (devletten bağımsız milliyetçilik) gibi kavramlar tartışmaya açılacaktır. Eseri sürdürürken Ernest Gellner, Charles Larmore, Will Kymlicka, Ebenstein-Fogelman, Hobbsbawn, Edward Hallet Carr’ın yanı sıra Şerif Mardin, Ziya Gökalp, Taha Parla, Çağlar Keyder, Erol Güngör, Cahit Tanyol ve Prens Sabahattin gibi araştırmacıların öngörülerinden de destek alındığı gözlemlenebilecektir.
Milliyetçiliğin verili bir teoriden ziyade, devletin görüşleri çerçevesinde kuramlaştırılmaya çalışıldığı 1944-1960 yılları arasında hamasi, aşırı-tepkici bir söylem hakimdi. “Ön-Türkçü” kuramcılar bir yandan milliyetçiliği devletten bağımsız kılmaya çalışırken, devletten de tam anlamıyla kopamıyor ve gelişen sosyalizm karşısında hayli tedirgin davranıyorlardı. 1960-1980’li yıllarda ise milliyetçi elitlerin nispeten daha sakin, dış kaynaklara fazlasıyla referans yapan bir konumda oldukları görülür. Ne var ki söz konusu süreçte sosyalizmin kitlelere ulaşması, devlette “sağ-sol” kadrolaşma savaşlarının doruk noktasına çıkmış olması, “Ulus-devlet”le milliyetçileri yeni bir “çekinceli ittifaka” itmişti. 1990’lı yıllarda sosyalizmin çözülmesi, üçüncü kuşak milliyetçi aydınların önünü açtı. Artık milliyetçilik gibi “kentli-laik” bir akımı anlatırken, görece laik politika güdülüyor ve devlet gözetilmesi gerektiği oranda düşünülüyordu. Hatta milliyetçi kadrolar zaman zaman devletin temel zihniyetini kıyasıya eleştirmekte sakınca da görmüyorlardı. Üçüncü kuşak milliyetçi kuramcılar da, devleti ilişkide bulunulan kuramlardan en önemli birisi (fetişizme dönüştürmemek kaydıyla) olarak ele almak ve devleti yönetecek bağımsız bir teori-söylemin mutlak işlerlik kazanması, yeni dönemin sayacaklarını anlatıyordu. Yeni kuşak milliyetçi söylem, pratiğin teoriyle yer değiştirmesi ve “Teoriden Pratiğe Milliyetçi Hareket”in başlangıcında başrol oynadı.
Türk modernleşmesi çerçevesinde, gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet dönemlerinde izlenilen politikalarda, örnek alınan modelin Fransız devrimi ve kazanımları olduğu elbette bir gerçektir.Dolayısıyla Türk Milliyetçiliği’nin şekillenmesine katkıda bulunan yadsınamaz unsurlardan Fransız Devrimi, elbette yeri geldiğinde anımsatılacaktır. Fakat burada vurgulanmak istenen husus, çalışmada, araştırma evreninin Türk Milliyetçiliği’nin modern veçhesiyle sınırlandırılmadığı, modern ve modern-öncesi gelişmelerin zıtlıklar/sürelikliler açısından karşılaştırmaya çalışılacağıdır. Böylelikle çalışmada sık sık devlet tarafından uygulanan pragmatik politikalar, “yeni hatırlanan/hatırlatılan milliyetçilik,”devlet milliyetçiliği-Kemalist milliyetçilik, sivil milliyetçilik (devletten bağımsız milliyetçilik) gibi kavramlar tartışmaya açılacaktır. Eseri sürdürürken Ernest Gellner, Charles Larmore, Will Kymlicka, Ebenstein-Fogelman, Hobbsbawn, Edward Hallet Carr’ın yanı sıra Şerif Mardin, Ziya Gökalp, Taha Parla, Çağlar Keyder, Erol Güngör, Cahit Tanyol ve Prens Sabahattin gibi araştırmacıların öngörülerinden de destek alındığı gözlemlenebilecektir.
Milliyetçiliğin verili bir teoriden ziyade, devletin görüşleri çerçevesinde kuramlaştırılmaya çalışıldığı 1944-1960 yılları arasında hamasi, aşırı-tepkici bir söylem hakimdi. “Ön-Türkçü” kuramcılar bir yandan milliyetçiliği devletten bağımsız kılmaya çalışırken, devletten de tam anlamıyla kopamıyor ve gelişen sosyalizm karşısında hayli tedirgin davranıyorlardı. 1960-1980’li yıllarda ise milliyetçi elitlerin nispeten daha sakin, dış kaynaklara fazlasıyla referans yapan bir konumda oldukları görülür. Ne var ki söz konusu süreçte sosyalizmin kitlelere ulaşması, devlette “sağ-sol” kadrolaşma savaşlarının doruk noktasına çıkmış olması, “Ulus-devlet”le milliyetçileri yeni bir “çekinceli ittifaka” itmişti. 1990’lı yıllarda sosyalizmin çözülmesi, üçüncü kuşak milliyetçi aydınların önünü açtı. Artık milliyetçilik gibi “kentli-laik” bir akımı anlatırken, görece laik politika güdülüyor ve devlet gözetilmesi gerektiği oranda düşünülüyordu. Hatta milliyetçi kadrolar zaman zaman devletin temel zihniyetini kıyasıya eleştirmekte sakınca da görmüyorlardı. Üçüncü kuşak milliyetçi kuramcılar da, devleti ilişkide bulunulan kuramlardan en önemli birisi (fetişizme dönüştürmemek kaydıyla) olarak ele almak ve devleti yönetecek bağımsız bir teori-söylemin mutlak işlerlik kazanması, yeni dönemin sayacaklarını anlatıyordu. Yeni kuşak milliyetçi söylem, pratiğin teoriyle yer değiştirmesi ve “Teoriden Pratiğe Milliyetçi Hareket”in başlangıcında başrol oynadı.