"‘Kucağına al beni.’ Birbirlerine dokunur dokunmaz, dudak dudağa geldiler ve hiç konuşmadan yere yuvarlandılar. Altlarındaki kaya yere batmıştı sanki, edebi bir sessizlik içinde düşmeye devam ediyorlardı sanki. Hareket halindeki elleri, yüzlerinde, enselerinde geziniyor, giysilerinin üstünde dolaşıyordu. Ama bu öylesine tutku dolu bir yakınlaşmaydı ki, arzularını tatmin bağlamında daha ileri gidemeden, heyecanlı ve kızgın bir halde, neredeyse düşer düşmez tekrar kalktılar. Sonrada ikiside ayrı ayrı patikalardan kaçtılar. (...) Albine ve Serge çağrıyı duydular. Serge birşey demedi, Albine’e sarıldı ve gitgide daha fazla sıktı onu. Kaçınılmaz döl yetiştirme eylemi çevrelerini kuşatıyordu. Bahçenin gizemine boyun eğdiler. Anaların, düğün gecesinde, gelinlerin kulağına fısıldadıkları sözleri ağaç öğretti Albine’e. Albine teslim etti bedenini. Serge sahip oldu ona. Bu çiftle birlikte, bütün bahçe, son bir tutku çığlığı içinde kendinden geçti. Ağaç gövdeleri, adeta şiddetli bir rüzgarın etkisiyle büzüldü kaldı, otların arasından bir sarhoş çığlığı yükseldi, çiçekler, baygın ve dudakları açılmış halde ruhlarını sergiledi, gökyüzü bile bir gün batımı alevi içinde bulutlarını durdurdu, kaskatı kesilmiş bu bulutlardan olğanüstü bir haz düştü. İki çocuğun edebi hayata girişini arzu eden hayvanlar için, bitkiler için, eşya için bir zaferdi bu. Bahçe alkış tutuyordu bütün gücüyle."Emile Zola’nın bir rahibin içgüdülerine yenilerek bir genç kızla yaşadığı büyük aşkı (ya da günahı) anlattığı romanı, aynı zamanda, rahibi tekrar esir alan dine ve din kurallarına da sert bir eleştiri taşır. Emile Zola da ülkemizde az bilinen Rahip Mouret’nin Günahı’yla hak ettiği yerde... "Oğlak Klasikleri" arasında.
"‘Kucağına al beni.’ Birbirlerine dokunur dokunmaz, dudak dudağa geldiler ve hiç konuşmadan yere yuvarlandılar. Altlarındaki kaya yere batmıştı sanki, edebi bir sessizlik içinde düşmeye devam ediyorlardı sanki. Hareket halindeki elleri, yüzlerinde, enselerinde geziniyor, giysilerinin üstünde dolaşıyordu. Ama bu öylesine tutku dolu bir yakınlaşmaydı ki, arzularını tatmin bağlamında daha ileri gidemeden, heyecanlı ve kızgın bir halde, neredeyse düşer düşmez tekrar kalktılar. Sonrada ikiside ayrı ayrı patikalardan kaçtılar. (...) Albine ve Serge çağrıyı duydular. Serge birşey demedi, Albine’e sarıldı ve gitgide daha fazla sıktı onu. Kaçınılmaz döl yetiştirme eylemi çevrelerini kuşatıyordu. Bahçenin gizemine boyun eğdiler. Anaların, düğün gecesinde, gelinlerin kulağına fısıldadıkları sözleri ağaç öğretti Albine’e. Albine teslim etti bedenini. Serge sahip oldu ona. Bu çiftle birlikte, bütün bahçe, son bir tutku çığlığı içinde kendinden geçti. Ağaç gövdeleri, adeta şiddetli bir rüzgarın etkisiyle büzüldü kaldı, otların arasından bir sarhoş çığlığı yükseldi, çiçekler, baygın ve dudakları açılmış halde ruhlarını sergiledi, gökyüzü bile bir gün batımı alevi içinde bulutlarını durdurdu, kaskatı kesilmiş bu bulutlardan olğanüstü bir haz düştü. İki çocuğun edebi hayata girişini arzu eden hayvanlar için, bitkiler için, eşya için bir zaferdi bu. Bahçe alkış tutuyordu bütün gücüyle."Emile Zola’nın bir rahibin içgüdülerine yenilerek bir genç kızla yaşadığı büyük aşkı (ya da günahı) anlattığı romanı, aynı zamanda, rahibi tekrar esir alan dine ve din kurallarına da sert bir eleştiri taşır. Emile Zola da ülkemizde az bilinen Rahip Mouret’nin Günahı’yla hak ettiği yerde... "Oğlak Klasikleri" arasında.