Hz. Peygamber, risâletinin başlangıcından hicretine kadar geçen ve Mekke Devri olarak bilinen devre içinde bütün girişimlerini, nâzil olan âyetlere mutabık olarak sadece îman, ibâdet ve ahlâk esasları dahilinde yapmıştır. Fakat, hicret-i Nebevi ile şartlar değişmiş, İslam cihad ve kıtal ayetlerinin de inzali ile bölgede üstünlüğü kabul ettirmiş ve Hz. Muhammed, muhalifleri tarafından bile üstün otorite olarak benimsemiştir. Onun M. 622-632 yılları arasındaki on senelik Medine Devri, İslam Devleti'nin bütün müesseselerinin oluştuğu bir devirdir ve bu devre içinde İslam'ın komşu devletler ve hükmi şahsiyeti haiz kabilelerle gerçekleşen münasebetleri, hem hadis, hem siyer ve hem de devletler hukuku bakımından büyük bir ehemmiyete sahiptir. Geçmişin günümüze ışık tuttuğu ve barışın, her devrinde aynı derecede önem taşıdığı, hakikatı başkalarına anlatabilme ve kabul ettirebilmenin bir vecibe olduğu ve çağımızın genellikle bunalım geçiren insalığı için gerek barış ve gerekse Hakk'a davetin aynı ölçüler içinde ehemmiyet arzettiği dikkate alınacak olursa, Rasülah'ın sulh ve davet noktasındaki tutumlarını bilmek ve ona göre hareket etmek, başarıya ulaşmada en müessir yol olsa gerektir. Üzülerek belirtmek gerekir, asrımızın halkı müslüman devletleri, Rasüllah'ın her sahada olduğu gibi bu sahadaki tatbikatın bilmedikleri veya bildikleri halde onu sadakatla uygulamadıkları için daima gayri müslim güçlerin tasallatundan kendilerini kurtaramamaktadır.
Hz. Peygamber, risâletinin başlangıcından hicretine kadar geçen ve Mekke Devri olarak bilinen devre içinde bütün girişimlerini, nâzil olan âyetlere mutabık olarak sadece îman, ibâdet ve ahlâk esasları dahilinde yapmıştır. Fakat, hicret-i Nebevi ile şartlar değişmiş, İslam cihad ve kıtal ayetlerinin de inzali ile bölgede üstünlüğü kabul ettirmiş ve Hz. Muhammed, muhalifleri tarafından bile üstün otorite olarak benimsemiştir. Onun M. 622-632 yılları arasındaki on senelik Medine Devri, İslam Devleti'nin bütün müesseselerinin oluştuğu bir devirdir ve bu devre içinde İslam'ın komşu devletler ve hükmi şahsiyeti haiz kabilelerle gerçekleşen münasebetleri, hem hadis, hem siyer ve hem de devletler hukuku bakımından büyük bir ehemmiyete sahiptir. Geçmişin günümüze ışık tuttuğu ve barışın, her devrinde aynı derecede önem taşıdığı, hakikatı başkalarına anlatabilme ve kabul ettirebilmenin bir vecibe olduğu ve çağımızın genellikle bunalım geçiren insalığı için gerek barış ve gerekse Hakk'a davetin aynı ölçüler içinde ehemmiyet arzettiği dikkate alınacak olursa, Rasülah'ın sulh ve davet noktasındaki tutumlarını bilmek ve ona göre hareket etmek, başarıya ulaşmada en müessir yol olsa gerektir. Üzülerek belirtmek gerekir, asrımızın halkı müslüman devletleri, Rasüllah'ın her sahada olduğu gibi bu sahadaki tatbikatın bilmedikleri veya bildikleri halde onu sadakatla uygulamadıkları için daima gayri müslim güçlerin tasallatundan kendilerini kurtaramamaktadır.