Zamanın mekândan daha önemli hâle geldiği ve metalaştığı bir çağda yaşıyoruz. Zamanın reklam kanalıyla üzerimizde kurduğu iktidarı anlama çabasıyla yazılan "Reklamın Dünyasında Zaman: Bellek, Otantiklik ve Hız Üzerine", iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm, zamanın belleğimizde bıraktığı izlerle ilgili. Aile ve medya, kimliğimizi ve belleğimizi nasıl inşa ediyor? Medyadaki aile temsilleri belleğimizde nasıl yer alıyor? Bu temsiller üzerinde yükselen anılarda klişeler var mı? Tüketilmek üzere, reklam için üretilen anıların ortak yönleri neler? Reklamlarda herkesin geçmişine uyabilecek fabrikasyon anılar sunuluyorsa markalar, rekabette öne geçmek için otantiklikten nasıl faydalanıyor? Tüm bu soruları, reklamdaki geçmiş-bugün-gelecek çizgisi üzerinde, reklamın hatırlattıkları ve unutturdukları bağlamında ele alıyor ve bu pencereden Anneler Günü ve Babalar Günü reklamlarına bakıyorum. Kitabın ikinci bölümü ise hakikat sonrası çağı, içinde yaşadığımız filtre balonunu, maruz kaldığımız hız kültürünü ve politik arka planını, hızın beraberinde getirdiği güvensizlik, sıkıntı gibi problemleri ele alıyor. Çoğunluğu lojistik sektöründen olmak üzere reklamlarda hızın temsilini inceliyorum. Ardından reklamın üretim sürecindeki hız konusuna geçiyorum ki burada da yakınsama kültürüne, reklam ajanslarının yapılarına, işleyişlerine ve reklam sektörü çalışanlarının reklamı üretirken yüz yüze geldiği hız fetişizmi, esneklik ve verimlilik üzerine söylemek istediklerim var.
Zamanın mekândan daha önemli hâle geldiği ve metalaştığı bir çağda yaşıyoruz. Zamanın reklam kanalıyla üzerimizde kurduğu iktidarı anlama çabasıyla yazılan "Reklamın Dünyasında Zaman: Bellek, Otantiklik ve Hız Üzerine", iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm, zamanın belleğimizde bıraktığı izlerle ilgili. Aile ve medya, kimliğimizi ve belleğimizi nasıl inşa ediyor? Medyadaki aile temsilleri belleğimizde nasıl yer alıyor? Bu temsiller üzerinde yükselen anılarda klişeler var mı? Tüketilmek üzere, reklam için üretilen anıların ortak yönleri neler? Reklamlarda herkesin geçmişine uyabilecek fabrikasyon anılar sunuluyorsa markalar, rekabette öne geçmek için otantiklikten nasıl faydalanıyor? Tüm bu soruları, reklamdaki geçmiş-bugün-gelecek çizgisi üzerinde, reklamın hatırlattıkları ve unutturdukları bağlamında ele alıyor ve bu pencereden Anneler Günü ve Babalar Günü reklamlarına bakıyorum. Kitabın ikinci bölümü ise hakikat sonrası çağı, içinde yaşadığımız filtre balonunu, maruz kaldığımız hız kültürünü ve politik arka planını, hızın beraberinde getirdiği güvensizlik, sıkıntı gibi problemleri ele alıyor. Çoğunluğu lojistik sektöründen olmak üzere reklamlarda hızın temsilini inceliyorum. Ardından reklamın üretim sürecindeki hız konusuna geçiyorum ki burada da yakınsama kültürüne, reklam ajanslarının yapılarına, işleyişlerine ve reklam sektörü çalışanlarının reklamı üretirken yüz yüze geldiği hız fetişizmi, esneklik ve verimlilik üzerine söylemek istediklerim var.