Bedenin ve bedensel içgüdülerin romanda, şiirde, tiyatroda tüm çıplaklığıyla ve doğal bir yalınlıkla işlenmesi, 19. yüzyıl boyunca sakıncalı temalardan biri, belki de ilk başta geleni olmuştur. Bu sakınımlı tutumun kaynağını, Hıristiyan uygarlığının temellerinde aramak gerekir. Beden, ruhun ezilmesi, yok edilmesi gereken baş düşmanı olarak sayıla gelmiştir yüzyıllar boyunca. Şeytanın hükümranlığındaki tabusal bir alan olarak hep iğrenç bir tuzak olarak görülmüştür.
Bu tabuyu yıkan ilk roman yazarı D.H. Lawrence olmuştur. İnsanların niçin cinsellikten bu denli korktukları, bedenlerinin cinsellikle ilgili içgüdülerini neden yadsıdıkları, Lawrence’ın kafasında hep birer soru işareti olarak yer etmiştir. İngilizlerin görsel sanatlarda niçin bu denli başarısız oldukları konusunu deşelerken, bu sanatlara yaklaşımlarındaki kötürüm bakış açısını, onların cinsellikten duydukları içgüdüsel-sezgisel korkularına bağlar.
Bedenin ve bedensel içgüdülerin romanda, şiirde, tiyatroda tüm çıplaklığıyla ve doğal bir yalınlıkla işlenmesi, 19. yüzyıl boyunca sakıncalı temalardan biri, belki de ilk başta geleni olmuştur. Bu sakınımlı tutumun kaynağını, Hıristiyan uygarlığının temellerinde aramak gerekir. Beden, ruhun ezilmesi, yok edilmesi gereken baş düşmanı olarak sayıla gelmiştir yüzyıllar boyunca. Şeytanın hükümranlığındaki tabusal bir alan olarak hep iğrenç bir tuzak olarak görülmüştür.
Bu tabuyu yıkan ilk roman yazarı D.H. Lawrence olmuştur. İnsanların niçin cinsellikten bu denli korktukları, bedenlerinin cinsellikle ilgili içgüdülerini neden yadsıdıkları, Lawrence’ın kafasında hep birer soru işareti olarak yer etmiştir. İngilizlerin görsel sanatlarda niçin bu denli başarısız oldukları konusunu deşelerken, bu sanatlara yaklaşımlarındaki kötürüm bakış açısını, onların cinsellikten duydukları içgüdüsel-sezgisel korkularına bağlar.