“Yabancı ne demektir bilmiyorsunuz daha galiba? Onu bana sorun da anlatayım size.”
-Fyodor Dostoyevski, İnsancıklar
Yeryüzüne ceza çekmek için gönderildiğine inanılan insan, Tanrı'dan ayrı düştüğü yeni yoluna uzun bir yürüyüşle başlar. Bu uzun yürüyüşte hiç şüphesiz insanın varoluşsal yoldaşı ise yabancılaşmadır. Öyle ki insan ve yabancılaşma arasındaki bu kadim ilişkinin somut görünümleri, tarih boyunca edebî metinlere de akseder. Peki, Dostoyevski'nin yapıtları yahut Dostoyevski'yi yabancılaşma olgusu ile yan yana getirmemize imkân sağlayan sebepler nelerdir? Dostoyevski! Çünkü “Önümde, ya dünya yok olacak ya da sen çaysız kalacaksın diye iki seçenek olsa, ben çay içmeyi tercih ederim” sözleriyle irrasyonel bir başkaldırıya girişen yeraltı adamının yaratıcısı olan Dostoyevski, tam da insanın yabancılaşmayla yoldaş olduğu yürüyüş yolunun ışıklarının peşindedir. Tanrı'yla birleşme veya Tanrı'dan uzaklaşma yoludur onun için hem insanın yürüyüşünün anlamı, hem de yabancılaşmanın dünü ve bugünü! Bu çalışma için Dostoyevski'yi anlamlı ve önemli kılan bir diğer açı ise yazarın yabancılaşma olgusunu pek çok boyutu ile bir bütün olarak ele almaya olanak tanıyan çok yönlülüğüdür. Elinizdeki kitapta yabancılaşma olgusu bu çok yönlülük çerçevesinde hem Dostoyevski'nin “insanın sırrını” aramaya adadığı yaratıcılığı ve dünya görüşü, hem de 19. yüzyıl Rusya'sının bir bireyi olarak Dostoyevski çerçevesinde Rusya ve Batı Avrupa ekseninde Rus düşüncesi bağlamında sosyo-tarihsel incelemeyle değerlendirilmiştir. Böylece Dostoyevski'nin bir birey olarak yabancılaşma olgusu ile yürüyüşünün yanı sıra yazarın kına çiçeği saksısından mutlu olan Devuşkin'ini, materyalizme karşı irrasyonel varoluş iddiası ile sahneye çıkan Yeraltı Adamı, Ecinliler çağının “Tanrı yoksa her şey mubahtır” iddiasına varan kahramanları ve prototipleri ile Rusya'nın Slavcı, Batıcı, devrimci, materyalist, halkçı olmak üzere farklı düşünce akımları çerçevesinde yabancılaşma ile olan yolculuğuna tanıklık etmek amaçlanmış, yabancılaşma ile özdeş görülen tanrı insancılık ile insan tanrıcılık yoluna ışık tutmaya çalışmıştır. Tarihsel olarak bakıldığında 20. yüzyılın başında Rusya'da gerçekleşen Ekim Devrimi ile Dostoyevski'nin arzularının değil kehanetlerinin gerçekleştiği görülür: İnsan tanrıcılık ile tanrı insancılık mücadelesini insan tanrıcılık kazanır. Ne var ki insanın kadim yürüyüşü henüz sonlanmamıştır! Ve her sonun bir başlangıcı vardır. Bu yürüyüşün bir bölümünü ele aldığımız çalışmamızda insanın yoldaşı olan yabancılaşmanın dehlizlerinde dolaşırken keyif alınması dileğiyle!
“Yabancı ne demektir bilmiyorsunuz daha galiba? Onu bana sorun da anlatayım size.”
-Fyodor Dostoyevski, İnsancıklar
Yeryüzüne ceza çekmek için gönderildiğine inanılan insan, Tanrı'dan ayrı düştüğü yeni yoluna uzun bir yürüyüşle başlar. Bu uzun yürüyüşte hiç şüphesiz insanın varoluşsal yoldaşı ise yabancılaşmadır. Öyle ki insan ve yabancılaşma arasındaki bu kadim ilişkinin somut görünümleri, tarih boyunca edebî metinlere de akseder. Peki, Dostoyevski'nin yapıtları yahut Dostoyevski'yi yabancılaşma olgusu ile yan yana getirmemize imkân sağlayan sebepler nelerdir? Dostoyevski! Çünkü “Önümde, ya dünya yok olacak ya da sen çaysız kalacaksın diye iki seçenek olsa, ben çay içmeyi tercih ederim” sözleriyle irrasyonel bir başkaldırıya girişen yeraltı adamının yaratıcısı olan Dostoyevski, tam da insanın yabancılaşmayla yoldaş olduğu yürüyüş yolunun ışıklarının peşindedir. Tanrı'yla birleşme veya Tanrı'dan uzaklaşma yoludur onun için hem insanın yürüyüşünün anlamı, hem de yabancılaşmanın dünü ve bugünü! Bu çalışma için Dostoyevski'yi anlamlı ve önemli kılan bir diğer açı ise yazarın yabancılaşma olgusunu pek çok boyutu ile bir bütün olarak ele almaya olanak tanıyan çok yönlülüğüdür. Elinizdeki kitapta yabancılaşma olgusu bu çok yönlülük çerçevesinde hem Dostoyevski'nin “insanın sırrını” aramaya adadığı yaratıcılığı ve dünya görüşü, hem de 19. yüzyıl Rusya'sının bir bireyi olarak Dostoyevski çerçevesinde Rusya ve Batı Avrupa ekseninde Rus düşüncesi bağlamında sosyo-tarihsel incelemeyle değerlendirilmiştir. Böylece Dostoyevski'nin bir birey olarak yabancılaşma olgusu ile yürüyüşünün yanı sıra yazarın kına çiçeği saksısından mutlu olan Devuşkin'ini, materyalizme karşı irrasyonel varoluş iddiası ile sahneye çıkan Yeraltı Adamı, Ecinliler çağının “Tanrı yoksa her şey mubahtır” iddiasına varan kahramanları ve prototipleri ile Rusya'nın Slavcı, Batıcı, devrimci, materyalist, halkçı olmak üzere farklı düşünce akımları çerçevesinde yabancılaşma ile olan yolculuğuna tanıklık etmek amaçlanmış, yabancılaşma ile özdeş görülen tanrı insancılık ile insan tanrıcılık yoluna ışık tutmaya çalışmıştır. Tarihsel olarak bakıldığında 20. yüzyılın başında Rusya'da gerçekleşen Ekim Devrimi ile Dostoyevski'nin arzularının değil kehanetlerinin gerçekleştiği görülür: İnsan tanrıcılık ile tanrı insancılık mücadelesini insan tanrıcılık kazanır. Ne var ki insanın kadim yürüyüşü henüz sonlanmamıştır! Ve her sonun bir başlangıcı vardır. Bu yürüyüşün bir bölümünü ele aldığımız çalışmamızda insanın yoldaşı olan yabancılaşmanın dehlizlerinde dolaşırken keyif alınması dileğiyle!