21. yüzyılda kapımızı hiç beklemediğimiz bir anda ve biçimde çalan COVID-19, bütün derinliğiyle yaşam konusunda bizi bir daha düşünmeye yöneltti. Milyonlarca insanın ölümü, sokağa çıkma yasakları, sevdiklerimizle aramıza giren mesafe, seyahat etme özgürlüğümüzün kısıtlanması; kendi yaşamını bir noktasından tekrar yakalayabilmek, devam ettirebilmek ve zamana değer katabilmek adına insanı, farklı motivasyonların arayışına itti. Belki de edebiyat, bu zamanda varlığımız üzerine girdiğimiz çetrefilli mücadeleyi anlamak ve üstesinden gelmek için çoğumuzun tutunduğu
ilk dallardan biri oldu. Bu çalışmanın yolculuğu böylesi bir dürtü ile başladı. Tarihi, insanlık tarihinin kadimliğine erişen salgın hastalıklar; aşka, ölüme, savaşa, bilime, dine, doğaya ve kente, “öteki”ne olan bakışımızı
nasıl etkiledi? Bu etkiyi edebiyat nasıl dile getirdi? Bu hastalıklar şekillendirmeseydi, bu edebî eserlerdeki duygular, bizi yine bu kadar etkiler miydi?
Nurullah Ulutaş, Salgın ve Edebiyat adlı kitabında; veba, kolera, verem, frengi, sıtma gibi hastalıklar çerçevesinde bu sorulara Decameron’dan Kolera Günlerinde Aşk’a, Büyülü Dağ’dan Ölüler’e kadar birçok romanın kapısını aralayarak cevap bulmaya çalışıyor. Yazar ayrıca sonu körlük ve insan dışı bir varlığa bürünme ile sonuçlanan distopik salgınların da peşine düşerek yalnızca geçmişin değil gelecek ve belirsiz olan zamanın yaşamı üzerine de çözümlemeler yapıyor.
21. yüzyılda kapımızı hiç beklemediğimiz bir anda ve biçimde çalan COVID-19, bütün derinliğiyle yaşam konusunda bizi bir daha düşünmeye yöneltti. Milyonlarca insanın ölümü, sokağa çıkma yasakları, sevdiklerimizle aramıza giren mesafe, seyahat etme özgürlüğümüzün kısıtlanması; kendi yaşamını bir noktasından tekrar yakalayabilmek, devam ettirebilmek ve zamana değer katabilmek adına insanı, farklı motivasyonların arayışına itti. Belki de edebiyat, bu zamanda varlığımız üzerine girdiğimiz çetrefilli mücadeleyi anlamak ve üstesinden gelmek için çoğumuzun tutunduğu
ilk dallardan biri oldu. Bu çalışmanın yolculuğu böylesi bir dürtü ile başladı. Tarihi, insanlık tarihinin kadimliğine erişen salgın hastalıklar; aşka, ölüme, savaşa, bilime, dine, doğaya ve kente, “öteki”ne olan bakışımızı
nasıl etkiledi? Bu etkiyi edebiyat nasıl dile getirdi? Bu hastalıklar şekillendirmeseydi, bu edebî eserlerdeki duygular, bizi yine bu kadar etkiler miydi?
Nurullah Ulutaş, Salgın ve Edebiyat adlı kitabında; veba, kolera, verem, frengi, sıtma gibi hastalıklar çerçevesinde bu sorulara Decameron’dan Kolera Günlerinde Aşk’a, Büyülü Dağ’dan Ölüler’e kadar birçok romanın kapısını aralayarak cevap bulmaya çalışıyor. Yazar ayrıca sonu körlük ve insan dışı bir varlığa bürünme ile sonuçlanan distopik salgınların da peşine düşerek yalnızca geçmişin değil gelecek ve belirsiz olan zamanın yaşamı üzerine de çözümlemeler yapıyor.