Eski Türk tarihi nasıl inşa edildi?
Oğuznamelerden Dede Korkut’a, Ötüken’den Asena’ya, Ergenekon’dan Turan’a kadar pek çok efsane ve destanın gölgesinde, hepimizin bildiği bir Türk tarihinin inşası başlı başına önemli bir hadisedir. Ahmet Demirhan bu eserinde Türkiyat literatürünün oluşumunda bazı temel meselelerin ve kavram demetlerinin birbiriyle etkileşim içindeki hikâyesini inceliyor.
Şaman ve Tengri’de “Bozkır”ın ortaya çıkışından, Kayı boyu ve kabile anlayışının nasıl çerçevelendiğine, “Orta Asya geleneği” ifadesinin müphem taraflarından, her zaman var olduğu ima edilen kanun-örf çatışmasına kadar pek çok mesele ele alınıyor. Bu yapılırken Türkiyat çalışmalarında antropolojik, etnografik, kozmolojik kavramların pek çoğunun tarihsel gerçekliklerle mutabık olup olmadığının izi sürülüyor.
“Efsanelerden çeşitli unvanlara, bunlara anlam kazandıran semâvî boyutlara, ortaya çıkan siyasi ve etnik teşekküllerin kimliğine ve geçmişlerine, ortaya çıkardıkları siyasal ve toplumsal yapıya, inanç ve örgütlenme biçimlerine ve bütün bunlarla bağlantılı başka meselelere, ‘bozkır’ı tarif etmeden bir anlam verilemez. (…)
Bozkır ve bozkır tarihyazımı, Hint-Avrupalı kavimlerin etkisinde olan, olabildiğince Doğu’da olduğu varsayılan bir anayurtta sözde Altaylı kavimlerin, hareketli, yani göçebe; kendine özgü, yani antropolojik olmaktan çok etnografik; ancak siyasi bir teşekkül etrafında birleştiğinde bir güç olabilecek dağınık bir tarihyazımı vaz eder. ‘Bozkır’ öncelikle Avrupa-merkezli jeo-politik bir tasavvurdur.”
Şaman ve Tengri, bozkır tarihyazımı içinde şekillenen bir kurucu figürün ve onun etrafında şekillendiği iddia edilen bir tanrı anlayışının “hikâye”sini önümüze seriyor.
Eski Türk tarihi nasıl inşa edildi?
Oğuznamelerden Dede Korkut’a, Ötüken’den Asena’ya, Ergenekon’dan Turan’a kadar pek çok efsane ve destanın gölgesinde, hepimizin bildiği bir Türk tarihinin inşası başlı başına önemli bir hadisedir. Ahmet Demirhan bu eserinde Türkiyat literatürünün oluşumunda bazı temel meselelerin ve kavram demetlerinin birbiriyle etkileşim içindeki hikâyesini inceliyor.
Şaman ve Tengri’de “Bozkır”ın ortaya çıkışından, Kayı boyu ve kabile anlayışının nasıl çerçevelendiğine, “Orta Asya geleneği” ifadesinin müphem taraflarından, her zaman var olduğu ima edilen kanun-örf çatışmasına kadar pek çok mesele ele alınıyor. Bu yapılırken Türkiyat çalışmalarında antropolojik, etnografik, kozmolojik kavramların pek çoğunun tarihsel gerçekliklerle mutabık olup olmadığının izi sürülüyor.
“Efsanelerden çeşitli unvanlara, bunlara anlam kazandıran semâvî boyutlara, ortaya çıkan siyasi ve etnik teşekküllerin kimliğine ve geçmişlerine, ortaya çıkardıkları siyasal ve toplumsal yapıya, inanç ve örgütlenme biçimlerine ve bütün bunlarla bağlantılı başka meselelere, ‘bozkır’ı tarif etmeden bir anlam verilemez. (…)
Bozkır ve bozkır tarihyazımı, Hint-Avrupalı kavimlerin etkisinde olan, olabildiğince Doğu’da olduğu varsayılan bir anayurtta sözde Altaylı kavimlerin, hareketli, yani göçebe; kendine özgü, yani antropolojik olmaktan çok etnografik; ancak siyasi bir teşekkül etrafında birleştiğinde bir güç olabilecek dağınık bir tarihyazımı vaz eder. ‘Bozkır’ öncelikle Avrupa-merkezli jeo-politik bir tasavvurdur.”
Şaman ve Tengri, bozkır tarihyazımı içinde şekillenen bir kurucu figürün ve onun etrafında şekillendiği iddia edilen bir tanrı anlayışının “hikâye”sini önümüze seriyor.