Sigmund Freud, 1905 yılında yayımlanan “Fıkra ve Bilinçaltı ile İlişkisi” başlıklı çığır açıcı çalışmasında Aşkenaz Yahudilerini “gerçek kusurlarını bildikleri kadar, iyi özelliklerini ve ikisi arasındaki bağlantıyı da bilirler...” şeklinde tanımlayıp, özgün mizahlarını incelerken “bir toplumun kendi özellikleriyle bu kadar dalga geçtiği başka bir örnek” olamayacağını belirtmektedir...
Kutsal Şabat’ı küçük bir Polonya ştetl’inde geçiren seyyar satıcı Schmuel Fragmal, sinagogun kapısında rastladığı şamaş’a takılır: “Sinagogunuz ne kadar da küçük! Cemaatinizin tümü burada Şabat duasına katılamaz ki!” – Şamaş’ın yanıtı ise çok yalındır:
“Cemaatimizin tümü Şabat duasına katılsaydı, katılamazdı. Ancak cemaatimizin tümü Şabat duasına katılmadığı için, katılabiliyor...”
Ne var ki bu türdeki fıkraların çoğu, kahkaha attıracak cinsten “komik” değildir. Baskıcı ortamlardaki yaşam şartlarını örtebilmek, birazcık hafifletmek ve kitlelere hoşça vakit geçirmek için, hiç de gülünç olmayan toplumsal gerçeklere dayanırlar.
Özetle: Yahudi mizahı zaman zaman rahatsız edici, ancak çoğunlukla uyarıcı olup insanoğlunun içinde bulunduğu çelişkiler ve çıkmazlar hakkındaki üzüntünün dışa vurumudur.
Aşağıdaki örneğe gelince – “Savunmanın son çaresi: Gülmek...” başlığını niye çağrıştırdığı, bu kitabın satırlarında gizlidir...
Blaustein akşam eve dönerken aniden önüne çıkan bir yabancı,suratına şiddetli bir tokat patlatır: “Al sana, Grünfeld!..”
Yere yuvarlanan Blaustein şaşkınlıkla yanağını tutar, yabancıyı dikkatle süzer, ancak onu tanıyamaz – ve az sonra kahkahayı basar... “Gülecek ne var!” diye haykırır yabancı. “Yediğin tokat az mı geldi?..” “Çok komiksin!” yanıtını verir bizimki; “Ben Grünfeld değilim ki!..”
Sigmund Freud, 1905 yılında yayımlanan “Fıkra ve Bilinçaltı ile İlişkisi” başlıklı çığır açıcı çalışmasında Aşkenaz Yahudilerini “gerçek kusurlarını bildikleri kadar, iyi özelliklerini ve ikisi arasındaki bağlantıyı da bilirler...” şeklinde tanımlayıp, özgün mizahlarını incelerken “bir toplumun kendi özellikleriyle bu kadar dalga geçtiği başka bir örnek” olamayacağını belirtmektedir...
Kutsal Şabat’ı küçük bir Polonya ştetl’inde geçiren seyyar satıcı Schmuel Fragmal, sinagogun kapısında rastladığı şamaş’a takılır: “Sinagogunuz ne kadar da küçük! Cemaatinizin tümü burada Şabat duasına katılamaz ki!” – Şamaş’ın yanıtı ise çok yalındır:
“Cemaatimizin tümü Şabat duasına katılsaydı, katılamazdı. Ancak cemaatimizin tümü Şabat duasına katılmadığı için, katılabiliyor...”
Ne var ki bu türdeki fıkraların çoğu, kahkaha attıracak cinsten “komik” değildir. Baskıcı ortamlardaki yaşam şartlarını örtebilmek, birazcık hafifletmek ve kitlelere hoşça vakit geçirmek için, hiç de gülünç olmayan toplumsal gerçeklere dayanırlar.
Özetle: Yahudi mizahı zaman zaman rahatsız edici, ancak çoğunlukla uyarıcı olup insanoğlunun içinde bulunduğu çelişkiler ve çıkmazlar hakkındaki üzüntünün dışa vurumudur.
Aşağıdaki örneğe gelince – “Savunmanın son çaresi: Gülmek...” başlığını niye çağrıştırdığı, bu kitabın satırlarında gizlidir...
Blaustein akşam eve dönerken aniden önüne çıkan bir yabancı,suratına şiddetli bir tokat patlatır: “Al sana, Grünfeld!..”
Yere yuvarlanan Blaustein şaşkınlıkla yanağını tutar, yabancıyı dikkatle süzer, ancak onu tanıyamaz – ve az sonra kahkahayı basar... “Gülecek ne var!” diye haykırır yabancı. “Yediğin tokat az mı geldi?..” “Çok komiksin!” yanıtını verir bizimki; “Ben Grünfeld değilim ki!..”